irFaN DeRiN GüNDeM

DECCAL olayı

Deccal’ın zuhuru da Hz. Mehdi’nin zuhurunun alametlerinden biridir. Deccal’ı şöyle tavsif etmektedirler: Kafir birisidir. Bir gözü kördür. Bir gözü de alnındadır ve yıldız gibi parlamaktadır. Alnında şöyle yazılıdır: "Bu Kafirdir". Bunu okuma-yazması olan veya olmayan herkes okumaktadır. Beyaz bir merkebe binmektedir ki her adımı bir mil kadardır. Gökler onun emriyle yağmur yağdıracak ve yeryüzü bitki bitirecektir. Yeryüzünün hazineleri onun elindedir. Ölüyü diriltecek ve herkesin duyacağı gür bir sesle şöyle diyecektir: "Ben sizin yüce tanrınızım ki sizleri yaratmış ve rızık vermekteyim. Bana doğru koşunuz."

Denildiğine göre bu şahıs Peygamber (s.a.a) zamanında hayatta olup adı da Abdullah veya Said b. Sayd idi. Peygamber ve ashabı tanrılık iddia eden bu şahsın evine gittiler. Ömer onu öldürmek istedi. Ama Peygamber engel oldu. Şimdiye kadar da güya sağ kalmış ve ahir zamanda İsfahan’ın yahudi köylerinin birinden zuhur edecektir. [1]

Önceleri Hıristiyan olup H. 9. yılda Müslüman olan Temim-ud Dari’nin "Ben Deccalı bir adada gördüm ki zincirlere vurulmuştu." dediği nakledilmiştir. [2]

Deccal’a ingilizce Antichrist denilmektedir ki "Mesih’in düşmanı (Anti-İsa)" manasını ifade etmektedir. Deccal kelimesi belli bir insanın adı değildir. Arapça’da yalancı ve hilekar herkese "deccal" diyorlar. İncil’de de "deccal" kelimesi bir çok yerde göze çarpmaktadır.

Yuhanna’nın ilk mektubunda şöyle yazar: Yalancı kimdir? İsa’nın Mesih olduğunu inkar edenden başkası mıdır? Baba ve oğulu inkar eden deccaldır." [3]

Yine aynı mektupta şöyle yazmaktadır: Deccal’ın geleceğini duymuşsunuzdur. Şu anda da deccallar oldukça çoktur. [4]

Diğer bir yerinde: Mücessem olmuş (cisimleşmiş) İsa’yı inkar eden bir ruh, Allah’tan değildir, geleceğini duyduğunuz deccalın ruhudur ve şu anda dünyadadır. [5] yazmaktadır.

Bir diğer babda ise şöyle geçmektedir: Dünyada bir çok sapıklar ortaya çıkmış cisimleşen İsa Mesihi inkar ediyorlar, işte onlar sapık ve deccal olanlardır. [6]

Bu İncil ayetlerinden de anlaşıldığı gibi deccal yalancı ve sapıtıcı manasınadır. Deccalın çıkışı ve hayatta olması o zamanlar da hırıstiyanlar arasında yaygın idi ve de onun çıkışını bekliyorlardı.

Hz. İsa, Deccal’ın çıkışını haber vermiş ve halkı onun fitnesinden sakındırmıştır. Bu yüzden hırıstiyanlar onu bekliyorlardı. Muhtemelen Hz. İsa’nın (a.s) haber verdiği Deccal da beş asır sonra zuhur ederek yalan yere peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Mesih idi. Darağacına asılan da bu yalancı Mesih idi; Peygamber olan Hz. İsa Mesih değil. [7]

İslam'da da Deccal’ın varlığı hakkında birtakım hadisler vardır. İslam Peygamber’i halkı Deccal’dan sakındırıyor ve çıkaracağı fitneleri haber veriyordu. Nitekim bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Nuh’tan sonra gönderilen tüm peygamberler kavmini Deccal fitnesinden sakındırmışlardır." [8]

"Kendini peygamber sanan otuz deccal zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz." [9]

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Otuz yalancı Deccal zuhur edip de Allah ve Resulüne yalan şeyler isnad etmedikçe kıyamet kopmayacaktır." [10]

Keza Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Deccal zuhur etmeden önce yetmiş Deccal zuhur edecektir." [11]

Mezkur hadislerden de anlaşıldığı gibi Deccal belirli bir şahıs adı değildir.Tüm yalancı ve saptırıcı kimseler için kullanılmaktadır. Deccal kıssasının kökenini İncil’de ve hıristiyanlarda aramak gerekir. Daha sonra bu hususta bir çok hadis özellikle Ehl-i Sünnet kitaplarında ve onların tarikiyle nakledilmiştir. Velhasıl Deccal olayının aslı doğru olabilir, ama hakkındaki tavsif ve tariflerin güvenilir bir senedi yoktur.

Dolayısıyla Deccal olayının aslı doğru da olsa bir takım hurafe ve asılsız şeylerle karışmış ve gerçek mahiyetini kaybetmiştir. Bu nedenle şunu söyleyebiliriz: Ahir zamanda ve Hz. Mehdi’nin zuhuruna yakın bir zamanda yalancılık ve hokkabazlıkta önde gelen birisi zuhur edecek ve bu şahıs yalancılıkta diğer Deccallerden daha önde olacaktır. Yalanlarıyla bir çoklarını saptıracaktır. İnsanlara hayat, su ve ekmeklerinin kendisinin elinde olduğunu söyleyerek onları kendine uyduracaktır. İnsanların bazısı da her şeyin onun elinde olduğunu sanacaktır. Yalancılıkta öyle bir hadde gelecektir ki iyi işleri kötü, kötü işleri de iyi göstermeye çalışacak. Cehennemi cennet ve cenneti de cehennem olarak gösterecektir. Ama küfür içinde bulunduğu herkese malum olacaktır.

Ama Said b. Sayd’ın vaat edilmiş Deccal olduğu ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) zamanından şimdiye kadar da yaşadığı hususunda muteber bir delile sahib değiliz. Hem hadisin senedi zayıf hem de Peygamber (s.a.a) Deccal hakkında şöyle buyurmaktadır: "Mekke ve Medine’ye girmeyecektir." Halbuki Said b. Sayd Medine’de vefat etmiş ve halktan bir kısmı da onun öldüğünü görmüştür. [12]

Faraza Hz. Peygamber (s.a.a) Said’i Deccal olarak tanıtmışsa da, yalancı manasındaki deccaldır, zuhurun alametlerinden biri olan vaat edilmiş Deccal değildir. Başka bir tabirle İslam Peygamberi Said’i görmüş ve onu ashabına bir deccal örneği olarak tanıtmıştır. Evet Peygamber (s.a.a) ahir zamanda zuhur edecek olan Deccal’den sözettiği için bu ikisi karıştırılmış ve insanlar bu hususta yanılgıya düşmüş olabilirler yani Peygamber’in deccal olarak adlandırdığı Said’in ahir zamanda zuhur edecek olan Deccal olduğunu sanarak onun sağ olduğunu ve uzun süre yaşadığını söylemişlerdir.


[1] - Bihar-ul Envar, c.52, s.193-197, Sahih-i Müslim, c.18, s.46-87, Sünen-i Ebi Davud, c.2, s.212.

[2] - Sahih-i Müslim, c.18, s.79, Sünen-i Ebi Davud, c.3, s.214.

[3] - Yuhanna Risalesi, 2.Bab, 22.ayet.

[4] - Yuhanna Risalesi, 1.Bab, 18. ayet.

[5] - Yuhanna Risalesi, 4.Bab, 3.ayet.

[6] - Yuhanna 2. Risale, 7. ayet.

[7] - El- Mizan, c.3 ve "Iran'da Tarih ve Takvim" kitabına müracaat ediniz.

[8] - Bihar-ul Envar, c.52, s.197.

[9] - Sünen-i Ebi Davud, c.2.

[10] - Sünen-i Ebi Davud, c.2.

[11] - Mecme-uz Zevaid, c.7, s.333.

[12] - Bihar-ul Envar, c.52, s.199.

Etiketler: 0 yorum | edit post
irFaN DeRiN GüNDeM


ARAP KAYNAKLARINDAN ALINMISTIR(Genel itibari ile irandır)


ŞİİLERİN GAYBET ZAMANINDA İMTİHAN OLUNUP


DAĞILACAKLARI VE İMAMLAR ALEYHİMUSSELAM’IN


EMİRLERİNE GERÇEK MANADA ÇOK AZ


İNSANIN UYACAĞINA DÂİR RİVAYETLER



1- ...Ali bin Riâb der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık aleyhisselam şöyle buyurdu: Osman’ın öldürülmesinden sonra Emirülmüninin Ali aleyhisselam’a biat edilince minbere çıkarak bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: “Allah’ın Resulullahı -sallallahu aleyhi ve alih- peygamberliğe gönderdiği gündeki musibetinize benzeyen musibet tekrar size dönmüştür. Ve onu hak üzerine gönderen Allaha andolsun ki, mutlaka imtihana tâbi tutulacak ve tasfiye olunacaksınız öyle ki en alcağınız en üstün olacak, en üstününüz de en aşağıya düşecek. Önceden geride kalanlarınız ileriye geçecek, ileriye gidenleriniz ve öne geçenleriniz ise geride kalacak. Allah’a andolsun ki hiçbir alâmeti saklamadım ve asla yalan söylemedim. Daha önceden bu makam bana verilmiş ve bu günün haberi (peygamber tarafından) bana bildirmiştir.”


2- Muammer bin Hallâd der ki: İmam Musa Kâzım aleyhisselam şöyle buyurdu: “Elif Lâm Mim. Halk iman ettik dedikten sonra kendi başlarına bırakılıp imtihana (fıtneye) tabi tutulmayacaklarını mı zannederler.”[1]


Sonra bana buyurdu ki: Fitne (imtihan) nedir bilir misin? Arzettim ki: Sana fedâ olayım. Bize göre fitne din konusundadır. Buyurdu ki: Eleneceksiniz, tıpkı altının elendiği gibi. Ve tıpkı altın gibi ayıklanıp sâf olacaksınız.”


3- Süleyman bin Salih’in bazı ricâlden naklettiğine göre imam Ebu Cafer Muhammed Bâkır aleyhisselam şöyle buyurdu: “Doğrusu sizin (Ehl-i Beyt konusundaki) sözlerinizden birçok kalpler çekinir. [Onlara bir nebze söyleyin] Eğer kabul ederse biraz daha ekleyin, eğer inkâr ederse onu(n peşini) bırakın. Doğrusu öyle fitneler (imtihanlar) olacak ki bütün yakınlarımız ve uzaklarımız[2] onda dökülecekler. Hatta bir kılı ikiye yaran dahi imtihanı kaybedecek, sonunda biz ve şiilerimizden başka hiçkimse kalmayacak.”


4- Abdullah bin Hammâd hicri 220 de ricalden birinden nakledir ki imam Ebu Abdullah Cafer-ı Sadık aleyhisselam’ın yanına gelen bazı ashabı şöyle arzetti: Sana fedâ olayım! Ben seni seviyorum ve seni sevenleri seviyorum. Ey efendim, şiileriniz ne kadar da çoktur. Ona buyurdu ki: Ne kadardır onlar? Çoktur, diye arzedince şöyle buyurdu: Sayabilir misin? Arzetti ki: Onlar saymakla bitmez.


İmam aleyhisselam ise şöyle buyurdu: Eğer üçyüz on(üç) kişi diye vasfolunanlar tamamlansaydı istediğiniz (kıyam) gercekleşirdir. Ama şiilerimizin sesleri kulaklarını aşmaz. Ve gazabı bedenini aşmaz (yani gazabıyla başkalarına zarar vermez) Açıkca bizi methetmez. Bize düşman olanla açıkça mücadele etmez. Bizim aybımızı arayanla oturmaz. Bize küfredenlerle oturmaz. Bize buğzedenleri sevmez, bizi sevenlere buğzetmez.


Arzettim ki: Peki biz şii olduğunu iddia eden bu halk yığınlarıyla ne yapabiliriz? Buyurdu ki: “Onlar temizlenecekler, imtihan olunacaklar, değişecekler. Onları fani edecek yıllar gelecek ve onları öldüren kılıçlar (gelecek) ve onları helak edecek olan ihtilaflar (gelecek).


Doğrusu bizim şiilerimiz köpek gibi havlamaz. Kargalar gibi tamahlanmaz, açlıktan ölse dahi elini halka açmaz.” Arzettim ki: Peki senin sıfatlarını saydığın bu şiileri, ben nerede bulabilirim? Buyurdu ki: “Onları yeryüzünün kenarlarında ara. Onların yaşantıları sadedir, evleri sırtlarındadır, eğer hazır olsalar tanınmazlar, eğer kaybolsalar aranmazlar, hasta olsalar kimse onların ziyaretine gelmez, eğer evlenmek isteseler kimse onlara gelmez. Eğer ölseler cenazelerine kimse katılmaz. Onlar mallarını aralarında eşit olarak paylaşırlar ve birbirlerini kabirlerinde ziyaret ederler, ayrı şehirlerde olsalar dahi istekleri rep aynıdır.”[3]


5- Mihzem-i Esedi der ki: İmam Ebu Abdullah şöyle buyurdu: (Aynı hadisi nakleder yalnız orada şu cümlelerde mevcuttur.) Eğer bir mümini görürlerse ona ikramda bulunurlar, eğer bir münafık görseler onu kovarlar, ölüm yaklaştığında şikayette bulunmazlar, birbirlerini kabirde ziyaret ederler...”


6- Ebu Basir der ki: İmam Ebu Abdullah aleyhisselam şöyle buyurdu: “Araplardan Kâim aleyissselam’la birlikte olan çok az adam olacaktır.” Ona arzettiler ki: Onlardan Kaim’e yardım iddiasında bulunan birçokları vardır. Buyurdu ki: “Halk mutlaka tasfiye olunacaktır. Temizlenecek ve elekten geçirileceklerdir. Elekten birçok halk elenecektir.”


7- Abdullah bin Ebu Yâfûr der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Yaklaşan fitneden dolayı arapların isyankârlarına eyvahlar olsun.” Arzettim ki: Sana fedâ olayım, araplardan Kâim aleyhisselam ile birlikte kaç kişi olacaktır? “Çok az” diye buyurunca şöyle arzettim: Allaha andolsun ki onlardan Hz. Mehdiye yardım edeceğini iddia eden çok adam vardır.


Buyurdu ki: “Halk mutlaka tasfiye olunacaktır. Temizlenecek ve elekten geçirileceklerdir. Elekte birçok halk elenecektir.”


Aynı hadisi şeyhimiz Kuleyni (r.a) de nakleder.


8- Abu Basîr der ki: İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Vallahi tasfiye olacaksınız, vallahı temizleneceksiniz, vallahi eleneceksiniz. Tıpkı buğdayın diğer zararlı bitkilerden elenip ayıklandığı gibi eleneceksiniz”.


9- Amîre bint-i Nufeyl der ki: İmam Hüseyn aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Sizler birbirinizden berî (uzak) olduğunuzu söylemedikçe, birbirinizin yüzüne tükürmedikçe birbirinizi tekfir etmedikçe ve birbirinize lânet okumadıkça beklediğiniz (Hz. Mehdi’nin zuhuru) vuku bulmayacaktır. Arzettim ki: Öyleyse o zamanda hiçbir hayr yoktur. Buyurdu ki: “Hayrın hepsi o zamandadır. Kâim’imiz kıyam edecek ve bunların hepsini ortadan kaldıracaktır.”


10- Abdullah bin Habele’nin bazı ricalden naklettiğine göre imam Cafer-i Sâdık aleyhisselam şöyle buyurdu:


“Birbirinizin yüzüne tükürünce bu zuhur vuku bulacaktır. Öyle ki birbirinize lânet edeceksizin, hatta birbirinizi yalancı diye adlandıracaksınız.”


11- Malik bin Zamra der ki: Emirülmüminin Ali aleyhisselam bana şöyle buyurdu: Ey Malik bin Zamra! Şiiler birbirleriyle şöyle ihitlâf ederse ne yaparsın? -Ellerini birbirine yaklaştırıp parmaklarını birbirine geçirdi- Arzettim ki: O zamanda hiç hayır yoktur.


Buyurdu ki: Hayırın hepsi o zamandadır ey Malik! O zamanda Kâim’imiz kıyam edecek, Allahı ve resulünü inkâr eden yetmiş kişi çıkacak. O da onları öldürecek. Sonra Allah herkesi onun etrafında toplayacak.”


12- Abdullah bin Ömer-i Yemâni, bir ricalden nakleder ki imam Muhammed Bâkır aleyhisselam şöyle buyurdu: “Gözdeki sürmenin temizlendiği gibi temizlenecksiniz ey Âl-i Muhammed’in şiileri. Ve gözün sahibi sürmeyi gözüne ne zaman sürecegini bilir ama ne zaman sürmeyi sileceğini bilmez. İşte aynı şekilde sabahleyin bizim şeriatımıza ve emrimize uyan akşamleyin ondan çıkacaktır. Akşam bizim şeriatımıza ve emrimize uyan ise sabahleyin ondan çıkacaktır.


13- Mihzem bin Ebu Burde-i Esedi ve diğerleri naklederler ki İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam şöyle buyurdu: “Allaha andolsun ki tıpkı camın kırılıp dağıldığı gibi dağılacaksınız. Cam dağıldığında tekrar birleştirilip (eski haline) dönebilir. Ama siz vallahi tıpkı testi gib kırılıp dağılacaksınız. Ve Allaha andolsun ki öyle tasfiye olacaksınız ki içinizde çok az adam kalacaktır.” Sonra (halka itina etmemek manasında) elini ters çevirdi.


* * * * *


Ey şia topluluğu! Emirülmüminin’den ve diğer imamlarımızdan nakledilen bu hadislere iyi bakın. Onların uyarılarına kulak verin, gerekli hassasiyeti gösterin ve faydalı şekilde düşünün. Bundan daha acı uyarı nasıl olabilir ki: “Sabahleyin bizim şeriatımıza ve emrimize uyan akşamleyin ondan çıkacaktır. Akşam bizim şeriatımıza ve emrimize uyan ise sabahleyin ondan çıkacaktır.”


Bunlar imamet düzenini terk etmeye ve inandığını bırakıp yoldan çıkmaya açıkça delâlet etmiyor mu? Ve yine imamımız buyuruyor ki: “Allaha andolsun ki tıpkı camın kırılıp dağıldığı gibi dağılacaksınız. Cam kırıldığında tekrar birleştirilip (eski haline) dönebilir. Ama siz vallahi tıpkı testi gibi kırılıp dağılacaksınız...” Yani imamiyye mezhebinde olan birisi fitneler yüzünden ondan çıkarda sonra Allahın lütfu sayesinde saadete ulaşır; yürümekte olduğu yolun karanlık olduğunu ve imamiyye yolunun pâklığını anlar; ölmeden önce tevbe edip tekrar hakka dönerse Allah da onun tevbesini kabul buyurur ve onu eski hidayetteki haline geri döndürür. Bu tıpkı kırılmış cam gibidir. Birleştirilir ve eski haline geri döner. Eğer birisi imamiyye nizamını terkeder, şekkini sürdürür, ölmeden önce tevbe etmez ve hakka dönmezse, o tıpkı kırılmış testiye benzer ki bir daha eski haline dönmez. Çünkü öldükten sonra ve o saatte tevbe edemez.


Allah’tan bizlerin bulunduğumuz hakk yolda sebâtımızı devam ettirmesini ve bize olan ihsanlarını artırmasını niyaz ederiz. Şüphesiz biz Allah’tanız ve Allah içiniz.


14- İbrahim bin Hilâl der ki: İmam Ebul Hasan Masâ-i Kâzım aleyhisselam’a şöyle arzettim: Sana fedâ olayım! Babam kıyam etmenizi bekleyerek dünyadan göçtü. Gördüğün gibi yıllar geçti ve ben de artık öleceğim. Ama sen hâlâ bir haber vermedim. “Ey Ebu İshak! Acele mi ediyorsun?” diye buyurunca şöyle arzettim: Evet vallahi acele ediyorum. Nasıl acele etmeyeyim ki? Gördüğün gibi artık yaşlandım ve yakında öleceğim! Buyurdu ki: Allaha andolsun ki ey Ebu İshâk! Sizler tasfiye olup ayıklanmadıkça bu iş olmaz. Öyle ki içinizden çok azı kalacaktır.” Sonra ellerini ters çevirdi.


15- Safvan bin Yahya der ki: İmam Rıza aleyhisselam şöyle buyurdu: “Allaha andolsun ki sizler tasfiye olup ayıklanmadıkça boynunuzu uzatıp beklediğiniz (kıyam) vuku bulmayacaktır. Öyle ki içinizde çok azınız geride (sağlam) kalacaktır.”


16- Muhammed bin Mansur-i Saykel, babasından nakleder ki birgün imam Muhammed Bâkır aleyhisselamın huzurunu çıktım. Biz yanımızdakilerle konuşuyorduk, imam da bir cemaate doğru dönmüş konuşuyordu. Sonra ansızın bize doğru dönerek buyurdu ki: “Siz ne diyorsunuz.[4] Hayır, hayır sizler tasfiye olunmadıkça boynunuzu uzatıp beklediğiniz bu iş olmaz. Hayır, hayır sizler temizlenmmedikçe boynunuzu uzatıp beklediğiniz bu iş olmaz. Sizler elenmedikçe boynunuzu uzatıp beklediğiniz bu iş olmaz. Sizin boynunuzu uzatıp beklediğinizi bu iş, ancak ümitsizlikten sonra olacaktır. Şakîler şaki olmadıkça ve saadete erecekler de saadete ermedikçe boynunuzu uzatıp beklediğinizi bu (zuhur) vuku bulmayacaktır.”


Aynı hadisi şeyhimiz Kuleyni de nakleder. Yalnız orada şöyle geçer: “Sizin gözlerinizi dikip beklediğiniz bu zuhur...”


17- Esbağ bin Nebate der ki: Emirülmüminin Ali aleyhisselam şöyle buyurdu: “Tıpkı kuşların içindeki arı gibi olun. Bütün kuşlar o arının bir şeye yaramadığını ve zayıf olduğunu zannederler. Eğer kuşlar o arıda bulunan bereketlerin varlığını bilselerdi ona böyle iyi davranmazlardı.


Halkın içine diliniz ve bedeninizle girin, ama kalpleriniz ve amellerinizle onlardan ayrılın. Nefsimin elinde olduğu Allah’a andolsun ki birbirinizin yüzüne tükürmedikçe ve birbirinize “yalancı” demedikçe istediğiniz (zuhur) vuku bulumayacaktır.


Öyle ki sizden –veya siz şiilerden- sadece gözdeki sürme kadar veya yemekteki tuz kadar kalacaktır. Ve ben size bir örnek vereceğim: Adamın birinin bir miktar buğdayı vardır. Onu temizler ve bir eve koyar, uzun bir süre sonra geri döndüğünde onun kurtlandığını görür, onu tekrar ayıklar ve temizler sonra tekrar evin içine koyar. Uzun bir süre sonra döndüğünde onun tekrar kurtlandığını görür. Tekrar onu ayıklar ve temizler ve hep aynı işi tekrarlar. Sonunda kurtların hiç zarar veremediği çok az sağlam buğday kalır. İşte siz de böylesiniz. Sonunda içinizde fitnelerin asla zarar veremediği çok az bir grup kalacaktır.”


Aynı hadisi Ahmet bin Muhammed bin Said de nakleder.


18- Ebu Basîr der ki: İmam Muhammed Bakır aleyhisselam şöyle buyurdu: “Bizim şiilerimiz tıpkı içinde buğday bulunan eve benzer. İçine böcekler düşmüş ve o buğdayları yemektedir. Sonra ayıklanıp temizlenir, ama tekrar böcekler onları yerler. Öyle ki sonunda böceklerin hiç zarar veremediği az buğday kalacaktır. İşte bizim şiilerimizde böyledir. Temizlenecek ve ayıklanacak, öyle ki içlerinde fitnelerin asla zarar vermediği bir topluluk kalacaktır.”


19- Fazl bin Ebu Kuran-i Tiflisi’nin, İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam’dan naklettiğine göre babası İmam Bâkır aleyhisselam şöyle buyurdu: “Müminler belalarla imtihan olurlar. Allah da onları o anda ayırıp seçer. Şüphesiz Allah müminlere sürekli belalar ve acılar gönderir. Ama bunun karşısında onları ahirette körlükten ve şakilikten korur. Sonra buyurdu ki: İmam Zeynelabidin aleyhisselam (Kerbelâ’da) şehitlerin cenazesini toprakların üstünde dizdikten sonra şöyle buyurdu: Bizim katillerimiz, peygamberlerin katilleridirler.”


20- Ali bin Ebu Hamza der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık aleyhisselam şöyle buyurdu: “Kâim aleyhisselam kıyam ettiğinde halkın çoğu onu inkar edecektir. Çünkü o reşit bir genç olarak zuhur edecetir. Onu, sadece zerr aleminde Allahın ahit aldığı müminler kabullenecektir.”


Bu hadiste, ibret alanlar için bir ibret ve uyarıyı kabullenenler için bir ihtar vardır: “O, reşit bir genç olarak zuhur edecektir. Onu sadece zerr aleminde Allahın ahit aldığı müminler kabullenecektir.”


Bu hadis açıkça delâlet ediyor ki halk bu kadar uzun ömürü kabullenmeyecek ve zuhur vakti halkın nazarında uzayacak ve onun tehirini inkar edip ondan ümitlerini keserek sağa sola dağılacaktır. Ve imamlarımızın da buyurduğu gibi çeşitli mezhepler onları dağıtacak ve fitneler onları tefrikaya sürecektir. Ve fitnecilerin sözleri onları seraplarla kandıracaklardır. İşte yıllar sonra normalde iyice yaşlanıp beli bükülmesi gereken birisi reşit bir genç olarak zuhur edince kalbinde hastalık olanlar onun Hz. Mehdi olduğunu inkar edecek, ama Allahın hüsn-i niyet bağışladığı müminler ise inançlarında sabit kalacaklardır. İşte Allahın muvaffak edip ilim verdiği ve sadık imamlarımızın bu kutsal hadislerini duyan ve bunlarla amel edenler; iblisin ve onun taraftarlarının saçma ve aldatıcı sözlerine uymazlar. Allahın tedbiri sayesinde ne şekke düşerler ne de tereddüt ve şüphe edip hayrete düşerler.


Bize ihsan edip nimetler veren ve Ehli Beyt ilmi sayesinde bizi başkalarına muhtac etmeyen Allaha hamdolsun. Yüce Allah bizlere minnetler ve mahsus hediyeler vermiştir, sonsuz nimetlerinden dolayı ona hamdolsun ve hakkını eda etmeyi bize nasip etsin.


[1]- Mübarek “Ankebut” süresi 1-2. ayet-i şerife.


[2]- Yani Ehli Beytin sırlarını taşıyan alimler dahi bu fitnelerden korunamayacaklardır.


[3]- İmamlarımızın zamanında bu gibi vasıflar şiilerde gerçekten mevcutidi. Yalnız zamanın ilerlemesiyle şii toplumunda bu gibi konularda önemli gelişmeler görülmüştür. (Ç.)


[4]- İmam Bâkır aleyhisselamın sözünden de anlaşıdığı üzere onlar o sırada Hz. Mehdi ve onun kıyamı hakkında konuşuyorlardı.



HZ. MEHDİ ALEYHİSSELAM’IN VASIFLARI, VE KUR’ÂNDA ONUN HAKKINDA NAZİL OLAN AYETLER



1- Süleyman bin Bilâl der ki: İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam babasından o da dedsinden nakleder ki Hz. Hüseyn aleyhisselam şöyle buyurdu: Birgün adamın biri Emirülmüminin Ali aleyhisselam’ın yanına gelerek: “Ey Emirülmüminin! Bize şu Mehdi’nizden bahseder misin? Diye arzedince şöyle buyurdu: “Gitmesi gerekenler gidip de müminler azaldığında ve fitneciler gittiğinde işte orada (yani uzak bir yerde zuhur edecektir).


Dedi ki: Ey Emirülmüminin! Bu Mehdi kimdendir? Buyurdu ki: Benî Haşim’dendir, arapların yüce dağının zirvesinden. O öyle bir denizdir ki ona giren kaybolur. Kendisine sığınanlar için amandır, halk kinle dolduğunda onları pâk kılan mâdendir, ölüm nazil olduğunuda korkmaz, ölüm ona vardığında sarsılmaz, savaş meydanında saldırdığında asla geri çekilmez. Tecrübelidir, galiptir, muzafferdir, arslandır, sağlamdır, kavminin direğidir, cesurdur, Allah’ın kılıçlarından bir kılıçtır, reistir, herkesi etrafında toplar, yücelik ve şerefin kaynağı olan evde büyümüştür, onun yüceliği en asil yücelikten kaynaklanır. Hiçbirşey seni ona biat etmekten alıkoymasın, seni engelleyenler her zaman fitneye sığınanlardır. Eğer konuşurlarsa şerr konuşurlar, eğer susarlarsa fasit ve fasıktırlar.”


Sonra Mehdi aleyhisselam’ın sıfatlarını sayarak buyurdu ki: “İçinizdeki en geniş sığınaktır, içinizde ilmi en çok olandır, ve sılâ-i rahimi en fazla olandır. Allahım! Onun zuhurunu, hüzünlerin giderilmesine vesile kıl ve ümmetin dağınıklığını onunla topla! Eğer Allah seni muvaffak kılarsa onun biatına koş ve ondan asla vazgeçme. Eğer muvaffak olurda ona ulaşır ve hidayet olursan ondan asla vazgeçme. Âh – ve eliyele göğsünü göstererek – onu ne de çok görmek isterdim.”


2- Ebu Vâil der ki: Emirülmüminin aleyhisselam Hüseyn aleyhisselam’a bakarak şöyle buyurdu: “Benim bu oğlum seyyid (efendidir) ve Resulullah da onu seyyid diye adlandırmıştır. Ve Allah onun neslinden bir adam getirecek ki adı peygamberin adıdır. Hem yüzü hem de ahlakı peygambere benzer. Halkın gaflette olduğu ve hakkın ölüp zulümün ortaya çıktığı zamanda zuhur edecek.


Vallahi eğer vaktinden önce zuhur ederse, onu öldürürler. Gökte olan ve yaşayanlar onun zuhuruyla ferahlayacaklardır. O öyle bir adamdır ki alnı geniştir, burnu hafif uzundur, karnı geniştir. Vücudu münasiptir. Sağ bacağında siyah bir iz vardır. Dişlerinin arası açıktır. Yeryüzü zulüm ve cefa ile dolduğu gibi, onu adâletle dolduracaktır.”


3- Humrân bin A’yân der ki: İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam’a şöyle arzettim: Sana feda olayım! Ben Medine’ye geldiğimden beri kesemde bin dinar var. Ben Allaha ahdettim ki ya benim soruma cevap ver ya da bu dinarları tek tek senin kapında halka dağıtacağım. Buyurdu ki: Ey Humrân! Sor, cevabını al. Dinarlarını sakın infak etme.”


Resulullah ile olan yakınlığın aşkına şöyle; Kıyam edecek olan emir sahibi (Mehdi) sen misin? Diye arzedince:


Hayır! Dedi.


Arzettim ki: Peki o kimdir, anam ve babam sana fedâ olsun. Şöyle buyurdu: O kumral renklidir, gözleri çekiktir, hilâl kaşlıdır, iki omuz arası geniştir. Alnında iz vardır, yüzünde ise ben. Allah Musa peygambere rahmet etsin.”


4- Humran bin A’yân der ki: İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam’a: Kâim sen misin? Diye sorduğumda şöyle buyurdu: “Ben Resulullahın evladıyım ve kanın intikamını isteyen benim. Ve Allah, istediğini yapacaktır.” Ben sorumu tekrarlayınca buyurdu ki: “Fikrinin nereye gittiğini biliyorum. Senin sahibin Mehdi geniş karınlıdır, alnında iz vardır, yüzü güzellerin evladıdır. (Yani yüzü güzeldir) Allah filancaya rahmet etsin.”


5- Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır veya Cafer-i Sadık aleyhisselam (tereddüt raviden kaynaklanıyor). Şöyle buyurdu: “Ey Ebu Muhammed! Kaim’in iki alâmeti (veya alâmetleri) vardır. Başında bir ben ve bir iz vardır ve iki kürek kemiğinin arasında bir ben vardır. Sol kürek kemiğinin sol alt tarafında bir yaparak vardır,


tıpkı آس yaprağı gibi.


6- Abdülaziz bin Müslim der ki: Mevlâmız imam Rıza aleyhisselam ile birlikte Merv’de idik. Biz bir cuma günü mescidde arkadaşlarımızla toplanmıştık. İmamet konusunda tartıştılar ve bu konudaki ihtilafların çokluğundan bahsettiler, ben de imam Rıza aleyhisselam’ın huzuruna giderek halkın tartışmasını ona arzettim. O da tebessüm ederek buyurdu ki: “Ey Abdülaziz! Halk farkında olmadan kendi görüşlerine kandılar. Doğrusu Allah azze ve celle, Resulünün vefatından önce dinini onun için kâmil kıldı ve ona içinde herşeyin açıklandığı Kur’anı nazil etti. Onda helali ve haramı hadleri ve hükümleri ve halkın ihtiyaç duyduğu herşeyi kemali ile açıkladı.


Ve Allah azze ve celle buyurdu ki: “ما فرّطنا في الكتاب من شيء ” “Biz Kur’an’da zikredilmedik birşey bırakmadık.


”[1] Ve onun ömrünün sonlarındaki vedâ haccında ona şöyle nazil etti: “Bugün sizin için dininizi kâmil kıldım ve sizlere nimetimi tamamladım, ve din olarak islama sizler için razı oldum.”[2] İmamet, dininin tamamlanmasıdır. Resulullah vefat etmeden önce ümmetine dinin maarifini açıkladı ve onlara yollarını aydınlattı ve onları hak din üzerine bıraktı ve Ali aleyhisselam’ı onlara bir bayrak ve imam olarak karar kıldı. Ümmetin ihtiyaç duyduğu herşeyi açıkladı. Öyleyse her kim Allah’ın, dini kamil kılmadığını söylerse; Allah’ın kitabını reddetmiştir ve o, kafirdir.


Onlar ümmetin içinde imametin yerini ve kadrini biliyorlar mı ki kendilerinin imam seçmelerini caiz görüyorlar? Şüphesiz imametin kadri yücedir ve şanı azimdir, en yüce mekandadır ve çevresi menolunmuştur, ona dalmak çok uzak ve imkansızdır ki halkın akıllarıyla ona ulaşmaları ve onun hakkında görüş belirtmeleri veya kendilerinden imam seçmeleri imkansızdır.


Şüphesiz imamet öyle bir menzilettir ki Allah onu nübüvvet ve boşluktan sonra üçüncü mertebe olarak İbrahim Halil aleyhisselam’a mahsus kılmış ve vermiştir. Ve imamet öyle bir fazilettir ki İbrahim onunla şereflendirilmiş ve ona Kur’an’da şöyle değinerek buyurmuştur: “Doğrusu ben seni halka imam olarak karar kıldım.”[3] Halil’de sevinerek dedi ki: “Benim neslimden de (karar kıl)” Ama yüce Allah buyurdu ki: “Benim ahdim zalimleri kapsamaz.”


Bu ayet [kıyamete kadar] bütün zalimlerin imametini batıl kılmıştır. Böylece imamet seçkinlerdedir. Sonra Allah azze ve celle ona bir keramet daha vererek imameti onun pak ve seçkin neslinde karar kıldı ve buyurdu ki: “Biz ona İshâk’ı ve Yakubu ihsan ettik, hepsini de temiz ve iyi kişiler olarak karar kıldık. Ve onları öyle imamlar ettik ki emrimizle halkı doğru yola sevkederler; onlara hayırlı işleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik; onlar, bize ibadet eden kişilerdi.”[4]


Sürekli olarak onun neslinden olanlar ardı ardınca imameti miras olarak aldılar ta ki sonunda Resulullah sallallahu aleyhi ve alih miras olarak aldı. Allah azze ve celle buyurdu ki: “Doğrusu halkın içinde İbrahim’e en yakın olanlar ona uyanlarla bu peygamberdir ve iman edenlerdir. Allah, müminlerin velisidir.”[5]


İmamet sadece peygambere hâs idi. Sonra Allah’ın emriyle tıpkı Allah’ın farz kıldığı adet gereği Ali aleyhisselam imameti aldı ve böylece imameti kendilerine ilim ve iman verilen Ali’nin pak neslinde karar kıldı. Allah bu konuda buyurdu ki: “Kendilerine ilim ve iman verilenler dediler ki: Diriliş gününe kadar size Allah’ın (iliminin bulunduğu) kitabında mühlet verildi.”[6] Böylece imamet, kıyamete kadar Ali aleyhisselam’ın evlatlarındadır. Çünkü Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih)’den sonra peygamber yoktur. Peki bu cahiller nereden imam seçecekler?


Şüphesiz imamet, peygamberlerin manziletidir. Vasilerin mirasıdır. Şüphesiz imamet, Allah’ın hilafetidir ve Resulullah’ın hilafetidir ve Emirülmümin’in makamıdır. Hasan ve Hüseyn aleyhimusselam’ın mirasıdır.


Şüphesiz imamet, dinin rehberliğidir; müslümanların işlerinin düzenidir. Dünyanın maslahatıdır ve müminlerin izzetidir. Şüphesiz imamet islamın devamlı gelişen temelidir ve en uzun dalıdır. Namazın, zekâtın, orucun, haccın, cihadın, ganimet ve sadakaların, hadlerin ve hükümlerin imzalanmasının, sınırların ve çevrenin korunmasının kemâli ve olgunluğu imam iledir.


İmam, Allah’ın helâlini helâl kılar ve haramını haram kılar, Allah’ın hadlerini uygular ve Allah’ın dinini savunur, hikmet, iyi nasihat ve doyurucu deliller ile rabbinin yoluna davet eder. İmam; bütün alemi parlak nuru ile aydınlatan güneştir. Öyle ki hiçbir el ve göz ona ulaşamaz.


İmam, nûr veren aydır ve ışıklı meşaledir, geniş nûrdur; dehşetli karanlıklarda, kurak çöllerde ve korkunç dalgalarda insanlara yol gösteren yıldızdır. İmam, susuzluğu gideren tatlı sudur ve hidayete rehberlik eden [nur]dur ve helak olmaktan kurtarandır. İmam zirvedeki ateştir, yaklaşanları ısıtandır, uçurumlarda kurtarandır, ondan ayrılan helak olur.


İmam, yağmur yağdıran buluttur, sağanak yağmurdur, ışık veren güneştir, gölge vere gökyüzüdür, geniş arz’dır, çoşkun kaynaktır ve berekettir, reyhân dolu bağdır.


İmam, samimi dosttur, rahmetli babadır, rahmetle dolu kardeştir, küçük evladına sevgi besleyen anadır, büyük musibetlerde kulların sığınağıdır.


İmam halkın içinde Allahın eminidir, kullara olan hüccetidir, memleketlerdeki halifesidir ve Allah’a davet edendir, Allah’ın harîm’ini savunandır.


İmam, günahlardan paktır, ayıplardan uzaktır, ilim ona özeldir, hilimle vasıflıdır, dinin düzenidir, müslümanların izzetidir, münafıklara gazaptır, kafirlerın helakıdır.


İmam, asrının yeğanesidir, kimse ona yaklaşamaz, hiçbir âlim onunla yarışamaz, hiçkimse onunla değiştirilemez, ne eşi vardır ne de benzeri. Fazilet ona mahsustur. Hiçbirisi onun isteği ve çalışması ile değildir. Aksine bunu ona faziletler veren ve ihsan sahibi olan Allah bağışlamıştır.


Kim imamın marifetine ulaşabilir veya onu kendisi seçebilir? Asla, asla! Akıllar sapıttı, fikirler kayboldu, beyinler şaşırdı, gözler kaydı, yüce insanlar zelil oldu, hekimler hayrete düştü, halim olanlar yolunu kaybetti, hatiplerin dili tutuldu, akıllılar cahil oldu, şairler dilsiz oldu, edipler aciz oldu, beliğler de tökezlediler ve hiçbirisi imamın faziletlerinden ve özelliklerinden birini dahi anlatamadılar. Hepsi de acizliklerini ve şaşkınlıkların itiraf ettiler.


Bu durumda imamın bütün vasıfları nasıl anlatılır, veya sıfatlarının hakikatına nasıl inilir veya onun emirleri ve şanı nasıl anlaşılır, veya onun yerine geçecek ve onun gibi gani olan biri nasıl bulunur? Hayır, asla. İmam ellerin veya onun anlatmak isteyenlerin bir türlü ulaşamadıkları yıldız gibidir. (Buna göre) bu, seçimle nasıl olur, akıllar onun neresine varır, onun gibisi nerede bulunur?


Bunun Muhammed’in Ehl-i Beytinden -aleyhimusselam- başkalarında bulunabileceyini mi zannederler? Vallahi kendilerine yalan söylüyorlar, batıl sözleri onları boş arzularına cezbetmiştir.


Böylece onlar kaygan ve sarp yerlere gittiler, yakında ayakları kayar ve uçuruma yuvarlanırlar. Bunlar aciz, şaşkın ve eksik akıllarıyla ve dalalete düşüren reyleri ile kendilerine bir imam yapmak istediler ve bununla da gerçek imamdan uzaklaşmaktan başka birşeye varamadılar. Doğrusu zor bir işe atıldılar, iftiralar attılar ve dehşetle dalalete düştüler. Gözleriyle gerçek imamı gördükleri halde şaşkınlığa düştüler. Şeytan da onların amellerini onlara süsledi ve onlar gerçeği gördükleri halde şeytan onların yollarını bağladı.


Allahın, resülünün ve Ehl-i Beyt’in seçtiğini bırakarak kendi seçtiklerine gittiler. Halbuki Kur’an onlara şöyle nida ediyordu:


“Rabbin istediğini yaratır ve seçer, onların seçme hakkı yoktur. Allah, onların şirk koştuklarından münezzehtir.”[7] Ve o azze ve celle buyuruyor ki:


“Allah ve resülü bir konuda hüküm verdiklerinde hiç bir mümkin erkek ve kadının bu hükümde seçme hakkı yoktur.”[8] Ve buyuruyor ki: “Ne oldu size, nasıl hükmediyorsunuz. Yoksa size mahsus bir kitap var da oradan mı okuyorsunuz. Orada neyi beğenir, isterseniz sizindir diye mi yazılı?


Yoksa hükmü kıyamete dek sürecek yeminler mi ettik size, şüphesiz ne buyurursanız herhalde sizin hükmettiğiniz o şey olacak diye? Onlara sor, bunlara kefil olacak kimmiş diye? Yoksa ortakları mı var, doğru söylüyorlarsa ortaklarını getirsinler!”[9] Ve buyurdu ki: “Kur’anı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinde kilitler mi var?


”[10] Veya “Allah onların kalplerini mi mühürledi de anlamıyorlar.”[11] Veya: “Dediler ki işittik, amma onlar işitmediler. Doğrusu Allah katında en alçak canlı, düşünmeyen körler ve sağırlardır. Eğer Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, onlara mutlaka işittirirdi, eğer onlara işittirseydi de onlar geri dönüp kaçar ve vazgeçerlerdi.”[12] Veya: “Dediler ki, işittik ve isyan ettik.”[13] Aksine bu, Allahın bir fazlı ve lütfüdür ki istediğine verir. Ve Allah yüce ihsan sahibidir.


Onlar nasıl imamı kendileri seçebilirler? Halbuki imam asla cahil olmayan alimdir. Ve ümmeti koruyup şaşmayan hafızdır. Ve kutsallığın, paklığın, amellerin, zühdün, ilmin ve ibadetin kaynağıdır. Resulullah’ın daveti ve Betül (Hz. Fatıma)’nın pak nesli onlardır. Onun nesebi hakkında hiçbir şüphe yoktur. Hiçbir hasep ve nesep sahibi ona ulaşamaz.


Kureyş’in beytindendir. Haşim oğullarının zirvesindendir. Resulullah’ın itretindendir. Ve Allah azze ve cellenin rızasının tecellisidir. Şereflilerin en şereflisidir, Abdülmenaf boyundandır, ilmi çoğalandır, hilmi kâmildir, imamete hazırdır, siyaseti bilendir, ona itaat etmek farzdır, Allah azze ve celle’nin emri ile kaimdir. Allahın kullarına nasihat eder, Allahın dinini korur.


Doğrusu Allah, peygamberleri ve imamları (aleyhimusselam) muvaffak kılar; kimseye vermediği sonsuz ilminden ve hikmetinden onlara ihsan eder. Böylece onların ilmi kendi zamanında olanların ilminden daha üstün olur. Yüce Allah buyuruyor ki:


“Hakka hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır yoksa kendisi hidayet olmadıkça hidayet edemeyen mi? Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?”[14]


Ve buyuruyor ki: “Her kime hikmet verilirse, ona birçok hikmet verilmiştir.”[15] Ve Talut hakkında buyuruyor ki: “Doğrusu Allah onu içinizden seçti ve onun ilmini ve cismini (gücünü) çoğalttı. Ve Allah mülkünü dilediğine verir. Ve Allah çoğaltandır ve bilendir.”[16] Ve peygamberine sallallahu aleyhi ve alih buyuruyor ki: “Sana kitabı ve hikmeti nazil etti, ve daha önce bilmediklerini sana öğretti. Ve Allahın sana olan fazlı çok yücedir.”[17]


Ve peygamberinin Ehli Beyti, nesli ve evlatları olan (aleyhimmusselam) imamlar hakkında şöyle buyurdu: “Allahın onlara ihsan ettiği fazlı ve lütfu mu kıskanırlar? Halbuki biz daha önce Al-i İbrahim’e de kitab ve hikmet vermiştik. Ve onlara azim bir mülk vermiştir. Onlardan bazıları ona iman etti, bazıları ise onu engelledi, onun için cehennem alevi yeterlidir.”[18]


Ve doğrusu Allah kulunu diğer kullarının işleri konusunda seçerse, bunun için onun göğsünü genişletir. Ve onun kalbine hikmetin çesmelerini akıtır ve ona ilimi ilham eder. Ondan sonra hiçbir sorunun karşısında aciz kalmaz. Doğruya ulaşmak konusunda hayrete düşmez. O, masumdur ve onaylamştır. Muvaffaktır, korunmuştur. O, hatalardan, titremelerden ve yenilip devrilmekten korunmuştur.


Allah bu özellikleri o kullarına hüccet olsun ve yarattıklarına şahit olsun diye ona vermiştir; Bu Allah’ın fazlıdır, onu istediğine verir ve Allah yüce fazlın sahibidir.


Onlar böyle bir şeye kadirler mi de kendi kendilerine imam seçiyorlar? Ve onların seçtiklerinde bu hususiyet var mı ki onu öne geçiriyorlar? Allahın beytine andolsun ki hayır. Onlar sanki bilmiyorlarmış gibi Allahın kitabına sırt çevirdiler. Halbuki Allah’ın kitabında hidayet ve şifa vardır. Onu terkettiler, heva ve heveslerine uydular.


Yüce Allah da onları kınadı, onları günahkar adlandırdı ve helak olacaklarını buyurdu. “Allah tarafından yönlendirilmeyen heva ve hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Doğrusu Allah zalim kavmi hidayet etmez.”[19]


Ve buyurdu ki: “Helak olsunlar, amellerini boşa çıkardılar.”[20] Ve buyurdu ki: “Allah yanında ve iman edenlerin yanında bu ağır bir suçtur. Aynı şekilde Allah her zorba ve gururlu kalbi mühürler.”[21]


7- İshak bin Galip den:


İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam imamlar aleyhimusselam’ın hal ve vasıflarını anlatan bir hutbesinde şöyle buyuruyordu:


“Şüphesiz Allah, peygamberinin Ehl-i Beyt’inden olan hidayet imamları vasıtası ile dinini açıkladı. Apaçık yolu üzerinde bulunan perdeleri onların vasıtası ile ortadan kaldırdı ve ilminin batınındaki çeşmeleri onlar için açtı. Böylece Muhammed sallallahu aleyhi ve alih ümmetinden her kim hak imamın vacibini tanıdıysa, imanının tadını tatmıştır. Ve İslamın tadının faziletini bilmiştir. Çünkü Yüce Allah imamı halkına bayrak, kendisine itaat edenlere hüccet olarak karar kılmıştır.


Allah ona vakar tacını takmış, ona cabbarın nurunu giydirmiş, onunla gök alemi arasında bir bağ kurmuştur. Allah’ın lütfu (ilhamları) ondan kesilmez, Allah’ın yanında olanlara sadece vesilelerle ulaşır. Allah, kulların ibadetini sadece imamı tanımakla kabul eder. İmam kendisine ulaşan karanlık sorunları ve gizli sünnetleri ve karışık fitneleri bilir.



Yüce Allah halk için Hüseyn aleyhisselam’ın evlatlarından birbiri ardınca böyle imam seçer. Halkı için onlardan razı olmuş ve onları kendisi için razı kılmıştır. Onlardan her bir imam gittikçe Allah azze ve celle halkı için bir imam, açık bir bayrak, hidayet eden ve nûr veren, hakim bir imam ve alim bir hüccet seçer.


Onlar Allah tarafından (seçilen) imamlardırlar, hak ile hidayet ederler ve hak ile adaleti sağlarlar. Allah’ın hüccetleridirler, Allah’a davet ederler, halkı yönetendirler, kullar onların hidayeti sayesinde dindar olurlar. Şehirler onların nûru ile aydınlanırlar, eski eserler onların bereketi ile ihya olurlar. Allah onları halka hayat ve karanlıklara meşale, (sözlere anahtar), islama direk olarak karar kılmıştır. İşte Allah’ın onlar hakkındakı kesin kaderi böyle yazılmıştır.


İmam, pakdır ve razı olunandır, hidayet edendir ve seçkindir, kıyam etmesi ümitle beklenendir, Allah onu bunun için seçmiş. Ve onu ruh aleminde ve cesed aleminde yaratırken en iyi şekilde yaratmıştır. O yaratılmadan önce Allah’ın arşının sağ tarafında gölge şeklinde idi. Ve Allah’ın gayıp ilminde ona hikmet verilmişti. Allah onu kendi ilmi ile, ismeti (paklığı) için seçti.


İmam, Adem’in hatırasıdır ve Nuh’un neslinin seçkinidir ve Al-i İbrahim’in safı’sidir, İsmail’in sülalesindendir ve Muhammed sallallahu aleyhi ve alih’in itretinin en seçkinleridirler. O sürekli olarak Allah’ın koruması ile korunur, Allah imamı, melekleri ile korur. Gecenin karanlıkları ve fasıkların fitneleri ondan bertaraftır.


Kötü iftiralar ondan uzaktır, hastalıklardan beridir, afetlerden korunmuştur, hatalara karşı masumdur, bütün kötülüklerden mahfuzdur. Hayatının ilk yıllarında cömertlik ve iyilikle maruftur, ömrünün sonlarında ise şeref, ilim ve fazilete mensuptur.


Babasının emirleri ona ulaşır, babası hayatta olduğu sürece konuşmaz ve susar. Babasının ömrü sona erip de ilahi takdirler ona ulaşınca, Allahın iradesi ve Allah’ın istediği olunca, babasının müddeti sona erer ve Allahın emri olan imamet ona geçer. Allah dinini ona teslim eder ve onu kullarına hüccet olarak karar kılar.


Onu şehirlere hakim kılıp kendi rûhu ile onu onaylar. Kendi ilminden ona verir ve sırrını ona emanet eder, yüce emrine doğru onu çağırır, (hakkı batıldan) ayıran ilminin beyanını ona bildirir, onu halkına bayrak olarak naspeder ve alemdekilere onu hüccet olarak karar kılar, dinine bağlı olanlara ışık, kullarına veli olarak karar kılıp halka imam olarak ondan razı olur. Ondan ilmini korumasını, hikmetini gizlemesini ve dinini muhafaza etmesini ister.


Allah imamın vasıtasıyla yollarını, farzlarını ve hudutlarını ihya eder. Cehalet ehli şaşkınlığa düşüp de tartışma ve inat ehli halkı sapmalara düşürünce; geniş nûru, yaygın şifası ile açık hak ve aşikar bir beyanla adaleti uygular ve O sadık babalarının gittiği yolu aynen izler. İşte böyle bir alimin hakkını sadece eşkiyalar bilmez, sapıklar dışında kimse inkar etmez, Allah’a cüret edenden başkası da onu bırakmaz.

*********YA MEHDi**********

iRFAN DesigN