irFaN DeRiN GüNDeM



Kur’ân el-Kerîm ve Resulullah (SAV)’in sünneti, bu dünyadaki ölümün insan ruh ve bedeninin sonu değil, yeni bir hayata açılan bir pencere olduğuna işaret etmektedir.

Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır:
„İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? (36) O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (spermatozon) değil miydi? (37) Sonra bu, ʿalaka (embriyo) oldu da, (Allah) onu (insan biçiminde) yaratıp
şekillendirdi. (38) Ondan da iki eşi, erkek ve dişiyi var etti. (39) Peki (bunları yapan Allah’ın), ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi? (40)“ 1

روى سعد بن عبدالله الأشعري بالاسناد عن بريدة الأسلمي، قال قال رسول الله (ص) : كيف أنت إذا استيأست ُأمتي من المهدي، فيأتيها مثل قرن الشمس، يستبشر به أهل السماء وأهل الأرض؟ فقلت: يا رسول الله بعد الموت؟ فقال(ص): والله إ ّ ن بعد الموت هدى وإيماناً ونوراً. قلت: يا رسول الله، أي العمرين أطول؟ قال(ص) : الآخر بالضعف

Sa’d bin Abdullah el-Eş’ari, Büreyde el-Eslemî’den senet ile rivayet eder ki:

Resulullah (SAV) (bana) dedi ki: „Ümmetim Mehdi’den ümidini kestiği zaman, Mehdi, güneşin boynuzu (doğarken ilk görünen tepesi) gibi onlara gelince ve onunla gök halkı ve yeryüzü halkı müjdelenince ne yapacaksın?“

Ben, „Ya Resulullah (SAV)! Ölümden sonra mı (olacak bu dediğin)?“ diye sordum.

Dedi ki: „Vallahi, ölümden sonra hidayet, iman ve nur var.“

Dedim ki: „Ya Resulullah (SAV)! İki ömürden hangisi (ölümden önceki mi, yoksa sonraki mi) daha uzun sürecek?“

Dedi ki: „Sonuncusu kat kat uzun sürecek.“ 2

Emir el-Mu’minîn (AS) buyurdu ki:

أيها الناس، إنا خلقنا وإياكم للبقاء لا للفناء، لكنكم من دار إلى دار تنقلون، فتز ودوا لما أنتم صائرون إليه

„Ey insanlar! Biz ve siz bâki kalmak için yaratıldık, fani olmak için değil. Fakat siz bir yurttan başka bir yurda intikal edeceksiniz. O halde döneceğiniz yer için azık edinin.“ 3

Terminolojik Tartışmalar

Ölümden sonra bir diriliş olacağına yönelik birçok ayet ve hadis mevcuttur. Bu bakımdan „diriliş“ inancı İslam içinde tartışmasız bir konuma sahiptir ve hiçbir fırka tarafından red edilmez. Asıl tartışma konusu olan, ahiretteki
diriliş dışında dünya yüzünde de bir diriliş olup olmayacağıdır. Bunun yanında, böyle bir dönüşün nasıl adlandırılacağı konusunda da ayrılıklar mevcuttur.

Ahiretten önce dünyaya dönüşü tanımlayan en doğru terim „Ricat“ yani „dönüş“ tür. „Kerre“ ( كرة ) terimi de ricat ile eş anlamlıdır.

“Tenasüh” kelimesi ise aslen doğru bir terim olmak ile birlikte zamanla anlamı değişikliğe uğramıştır. Tenasüh kelimesinin kökeni “nesh” olup, insan ruhunun ölümden sonra yeni bir insan bedenine bürünmesini ifade eder. İnsan öldükten sonra ruhunun bir hayvan bedenine girişi de “mesh” ile ifade edilir.

Bugün anlaşıldığı şekli ile „Tenasuh“ (grekçe „metempsychosis“) terimi, sanıldığının aksine ricatten çok daha kapsamlı ve karmaşık bir süreci tanımladığı gibi, çok tanrılı dinlerin bir kalıntısı ve özellikle Vedaizm’in bir dogması olması münasebeti ile İslam dahilindeki bir tartışmada kullanılması yanlış anlamalara neden olacaktır. Nitekim „tenasuh“ terimi aslen, bir Veda Öğretisi olan „Karman ve Samsara“ (Yeniden doğuşların sonsuz devri) ile ilişkilidir. Buda’ya göre bu sonsuz cendereden kurtulmanın tek yolu hakkı istemek, hakkı söylemek, hakkı yaşamak ve nefsini imha etmektir. „Tenasuh“ terimini kullanan yazarlar her ne kadar terimi bu kelime anlamı ile kullanmamışlar ise de yanlış anlamalar ister istemez doğmaktadır. Reinkarnasyon inancının Alevi itikadının bir parçası olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Ancak bilimsel geçerli kapsamı ile metempsychosis yani tenasuh inancına yönelik hiçbir otantik kaynak mevcut değildir. İslam’a göre, Allah’ın kullarının hangilerini, hangi koşullarda, ne zaman ve ne kadar süre için yeniden haşredeceği sabittir, ilmi kendisinde saklıdır. Bu bakımdan „ricat“ terimi, özünü İslam’dan alan Alevi Terminoloji’de de giderek ağırlık kazanmaktadır.

Ricatın Delilleri

Yüce Allah Kur’ân el-Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
„O gün her ümmetten bir topluluk haşrederiz ki onlar ayetlerimizi yalanlarlar. Ve onlar (hep bir araya getirilip) tutuklanırlar.“ 4

Ayeti analiz ettiğimizde bütün inkarcıların değil, bunların belli kriterlere haiz belli bir kısmının haşredileceği sonucuna varırız. Oysa ahiretteki dirilişte sadece bir topluluk değil, gelmiş geçmiş bütün ölüler diriltilerek hesaba çekilecek ve bundan sonra başka bir diriliş de gerçekleşmeyecektir.

Surenin devamında yer alan şu ayet ise, bu dirilişin kronolojik olarak ahiretten önce gerçekleşeceğine delalet etmektedir:

„Sûr’a üfürüldüğü gün – Allah’ın diledikleri müstesna – göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler.“ 5

Bu ayetleri birlikte, tek bir konsept dahilinde incelediğimizde ahiretten önce, kıyametin bir alameti olarak, inançsız insanlardan bir topluluğun tekrar dünyaya döndürüleceği sonucu çıkarılır. Kıyamet Suresi [LXXV] 36-40. ayetlerden de anlaşılacağı üzere ve inanan herkesin mantığı gereği, yüce Allah’ın bunu yapmaya gücü yeter. Asıl soru Allah’ın buna gücü yetip yetmediğinden ziyade, ricatin gerçek olup olmadığıdır.

Yüce Allah indirdiği ayetlerde, tartışma veya değişik yorumlara yer vermeyecek şekilde, geçmiş ümmetlerde ricatin gerçekleştiğini bildirmektedir. Bunlardan birisi de şu ayet-i kerimedir:

„Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “Ölün!” dedi (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez.“ 6

Diğer yandan Resulullah (SAV)’ın şu buyruğu, ricatin geçmiş zamanlarda yaşayan ümmetler ile sınırlı olmadığına işaret eder:

لتركبن سنن من كان قبلكم شبراً بشبر وذراعًا بذراع، حتى لو أنَّ أحدهم دخل جحر ضب لدخلتم

„Sizden öncekilerin gidişatını karış-karış, adım-adım izleyeceksiniz; hatta eğer onlardan biri kertenkelenin deliğine bile girse siz de oraya gireceksiniz.“ 7

Bu bağlamda ricatin sadece inkarcılar ile sınırlı kalmayıp, doğru yol üzere olan halis bir topluluğun da dünyaya döndürüleceği ve Allah’ın onlara, batıl üzere olanlara karşı yardım edeceği sonucuna varılabilir.

Dünyaya döndürülecek kişiler, imanda en üstün olanlar ile küfürlerinde en aşağı derecede olanlardır. İlk hayatlarında inkarcı olup da tekrar dünyaya dönenler ise sonra tekrar ölecek ve ikinci hayatlarındaki amelleri ile kıyamet koptuğunda, kendilerine verilen fırsatı değerlendirmiş olarak sevaba kavuşacak ya da sonsuz bir azaba uğrayacaklardır. Bu gerçeği Allah şu ayetiyle bildiriyor:

„Dediler ki: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır?“ 8

Ki bu ayetin hükmü gereğince kendilerine verilen fırsatı değerlendiremeyenler Allah’ın huzuruna çıktıklarında bir kez daha dünyaya döndürülmeyi dileyecekler, ancak bu istekleri red edilerek sonsuz ateşe atılacaklardır.9 Ricatin bütün insanları kapsamayıp belli kriterlere haiz şahıslara has olduğuna dair bir hadis de Cafer es-Sadık (AS)’dan rivayet edilmektedir:

إنَّ الرجعة ليست بعامة، وهي خاصة، لا يرجع إ ّ لا من محض الإيمان محضا أو محض الشرك محضا

“Ric’at genel değildir; ric’at özeldir; ancak imanlarında halis olanlarla şirklerinde halis olanlar ric’at edeceklerdir.” 10 Bu iki grubun dışındakiler kıyamete kadar ric’at etmeyeceklerdir.

Daha önce değindiğimiz gibi müslümanlar ricatın mümkün olup olmadığında değil, olup olmayacağı konusunda ihtilaf içindedirler. Seyyid Murtaza demektedir ki:

„İmamiyye’nin ric’at hakkında söylediklerinde, Müslümanlar arasında – hatta Allah’a inanan bütün insanlar arasında bile – hiçbir ihtilaf yoktur; şüphesiz Allah’ın buna gücü yeter; ancak tartışma konusu, ric’atin kesinlikle vuku bulup bulmayacağıdır.

Ölülerin ri’cat edebileceğine ancak tevhidi inancı olmayan muhalefet edebilir. Çünkü Allah Teala varlıkları yok ettikten sonra tekrar var etmeye gücü yeter; Allah’ın buna gücü yettiğine göre onu istediği zaman var etmesi de mümkün olur.“ 11

Aynı şekilde Alusi demektedir ki:

„Ölümden sonra dirilişin ve dünyaya dönüşün Allah Teala’nın gücü dahilinde olduğu inkâr edilemez; fakat tartışma konusu ric’atin vuku bulup bulmayacağıdır.“ 12

Şeyh Muhammed Rıza Muzaffer ricatin reddini şöyle yorumlar:

„Ric’ati, olmayacak bir şey sanmamız, dünya yaşayı-şına alışmamızdan, ric’ati itiraf etmemizi veya inkâr etmemizi gerektirecek sebep ve engellerini tanımamamızdan kaynaklanır. Ric’ati, olmayacak bir şey sanmak, dünya yaşayışına alışmanın sonucu, “Çürümüş-gitmiş, dağılıp yok olmuş kemikleri kim diriltir” diyenin zannına, sözüne benzer. Halbuki ona “De ki: Onları ilk defa düzüp koşan, meydana getiren diriltir ve O, her çeşit yaratmayı bilendir” 13 cevabı verilmiştir.“

Ricatın delilleri Hürr’ul Amili tarafından 12 ana başlık altında toplanarak incelenmiştir. 14

1. Ricat Geçmiş Ümmetlerde de Vuku Bulmuştur:

Kur’an, tevil ve yorum kabul etmeyecek bir şekilde, geçmişte, dünyadan göçmüş bazı toplulukların tekrar dünyaya döndürüldüklerini bildirmektedir. Kur’an el-Kerim’de yer alan, „Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.“ 15 ayeti de geçmişte olan herşeyin gelecekte de geçerli olacağına delildir.

Şeyh Saduk kendi senediyle Hasan bin Cehm’den, Me’mun’un, İmam Rıda (AS) ‘a, “Ya Ebe’l Hasan! Ric’at hakkında görüşünüz nedir?” diye sorduğunda İmam aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder:

إنها الحق، قد كانت في ا ُ لامم السالفة ونطق ا القرآن، وقد قال رسول الله(ص): يكون في هذه ا ُ لامة كل ما كان في ا ُ لامم السالفة حذو النعل بالنعل والق ّ ذة بالق ّ ذة، وقال(ص): إذا خرج المهدي من ولدي نزل عيسى بن مريم(ع) فصلى خلفه، وقال(ص): إنَّ الإسلام بدأ غريبا وسيعود غريبًا، فطوبى للغرباء. قيل: يا رسول الله، ثم يكون ماذا؟
قال(ص): ثم يرجع الحق إلى أهله

„Ric’at haktır; geçmiş ümmetlerde ric’at olmuştur ve Kur’an da bunu bildirmiştir. Resulullah (SAV) buyurmuştur ki: Geçmiş ümmetlerde vuku bulan her şeyin tıpkısı bu ümmette de vuku bulacaktır. Evlatlarımdan olan Mehdi kıyam edince Meryem oğlu İsa (AS) yere inecek ve onun arkasında namaza duracaktır. Bilin ki İslam garip olarak başladı ve garip olarak da dönecektir; ne mutlu gariplere!” Ya Resulullah! Sonra ne olacak? diye sorulduğunda ise o hazret, “Sonra hak, ehline dönecektir” buyurdu.“ 16

Kur’an el-Kerim’de öldükten sonra dünyaya döndürüldüğü bildirilen ümmetler şunlardır:

1.1.Beni İsrail’den bir topluluğun diriltilmesi:

„Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “Ölün!” dedi (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez.“ 17

Şeyh Saduk der ki: Onların sayısı yetmiş bin hane idi. Her yıl taun hastalığına yakalanıyorlardı. Bu yüzden zenginler maddi imkanları iyi olduğu için diyarlarından çıkıyor, fakirler ise maddi imkanları zayıf olduğu için diyarlarında kalıyordu. Bu nedenle, göç edenler taun hastalığına az yakalanıyor, göç etmeyenler ise bu hastalığa daha çok tutuluyorlardı. Dolayısıyla, diyarlarında kalanlar, eğer biz de diyarımızdan göç etseydik taun hastalığına yakalanmazdık, diyorlardı; göç edenler ise, eğer diyarımızdan göç etmeseydik biz de taun hastalığına yakalanırdık, diyorlardı.

Nihayet taun hastalığı gelince hep birlikte diyarlarından çıkmaya karar verdiler ve bir denizin sahiline göç ettiler. Yüklerini indirdiklerinde Allah onlara: “Ölün” diye seslendi. Böylece hepsi öldü. Sonuçta yoldan geçen biri onları kenara itti ve orada Allah’ın istediği bir süre kaldılar.

Sonra İsrailoğulları peygamberlerinden Ermiya 18 isminde bir peygamber oradan geçince şöyle dedi: Ey Rabb’im! Eğer dilersen onları diriltirsin; onlar da senin beldelerini bayındırlaştırır, kullarını dünyaya getirir ve sana ibadet edenle birlikte ibadet ederler. Bunun üzerine Allah Teala ona, “Senin için diriltmemi ister misin?” diye vahyetti. Peygamber, “Evet, isterim” cevabını verince Allah Teala onları dirilterek o peygamberle birlikte gönderdi. Dolayısıyla, onlar öldükten sonra dünyaya döndüler ve sonra da kendi ecelleriyle öldüler.19

Başka rivayetlere göre burada sözü geçen peygamberin adı „Hizkil“dir.20 İşte bu, ölümden sonra dünyaya dönüştür. Hamran bin A’yen, İmam Bakır (AS)’dan onların hakkında, “Acaba onlar dirildiler ve insanlar onları gördükten sonra yine aynı gün öldüler mi, yoksa dünyaya dönerek evlerinde oturdular, yemek yediler ve kadınlarla evlendiler mi?” diye sordu. İmam (AS) şöyle buyurdu:

بل ردهم الله حتى سكنوا الدور، وأكلوا الطعام، ونكحوا النساء، ولبثوا بذلك ما شاء الله، ثم ماتوا بآجالهم

„Allah onları dünyaya döndürdü; onlar evlerinde oturdular, yemek yediler, kadınlarla evlendiler ve dünyada Allah’ın istediği kadar yaşadılar; daha sonra kendi ecelleriyle öldüler.“21

1.2.Üzeyr bin Ermiya’nın dirilişi:

Yüce Allah buyuruyor ki:

„Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; “Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!?” dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. “Ne kadar kaldın?” dedi. “Bir gün yahut daha az” dedi. Allah ona: “Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz”, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: “Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir”, dedi.“ 22

Yıkık kasabaya uğrayıp öldükten sonra tekrar dirilen bu şahsın kim olduğuna dair değişik rivayetler mevcuttur. Tabersi’ye göre bu kimse Üzeyr’dir.23 Cafer es-Sadık (AS)’dan aktarılan bir rivayet de bu yöndedir. İmam Bâkır (AS)’a dayandırılan bir başka bir rivayete göre ise bu kimse Ermiya’dır.

Ayyaşî, kendi senedi ile İbrahim ibn Muhammed’den şu hadisi nakleder:

„İlim ehli bir grup, harici olan İbn-i Kevva’nın Ali (AS)’a, “Ya Emir el-Mü’minin! Dünya ehli arasında babasından büyük çocuk var mıdır?” diye sorduğunu ve o hazretin şöyle buyurduğunu rivayet eder:

نعم، ُأولئك ولد عزير، حيث مر على قرية خربة، وقد جاء من ضيعة له، تحته حمار، ومعه شنة فيها تين، وكوز فيه عصير، فمر على قريةٍ خربةٍ، فقال: أنى يحيي هذهِ اللهُ بع د موتِها، فأماته الله مائَة عامٍ، فتوالد ولده وتناسلوا، ثمَّ بعث الله إليه فأحياه في المولد الذي أماته فيه، فُأولئك ولده أكبر من أبيهم

“Evet; onlar Uzeyr’in çocuklarıdır. Uzeyr, tarlasından gelince yıkılmış bir kasabadan geçiyordu, bir eşeği, içinde incir olan bir tulumu ve içinde meyve şırası olan bir de testi vardı; bu halde yıkılmış kasabadan geçerken (kasa-banın halini görünce) “Ölümden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba?!” dedi. Derken Allah Teala onu yüz yıl öldürdü. Sonra çocukları çoğaldı ve nesli arttı. Sonra Allah Teala onu öldürdüğü yerde dirilterek dünyaya dön-dürdü; işte o çocuklar babalarından büyüktü.” “ 24

1.3.Musa (AS)’ın Kavminden 70 kişinin diriltilmesi:

Yüce Allah, Beni İsrail’in görmedikleri Allah’a imanı terk ederek, altından bir buzağıya tapmaları hususunda buyurur ki:

„Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı. (55) Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz. (56)“ 25

Ve aynı olay üzerine devamla buyurmaktadır ki:

„Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: “Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en
iyisisin!“ 26

Böylece Beni İsrail’den 70 kişi tekrar hayata döndürüldü. Yediler, içtiler, evlendiler, çoğaldılar ve vakti gelince ecelleri ile öldüler.27

1.4.Nebi İsa ibn Meryem (AS)’ın ölüleri diriltmesi:

Yüce Allah Kur’an el-Kerim’in birkaç yerinde İsa (AS)’ın mücizeleri arasında ölüleri diriltmenin de olduğunu belirtmektedir. Bu ayetlerin birinde Alemlerin Rabb’ı İsa (AS)’a şöyle hitab edeceğini buyurur:

„Benim iznimle ölüleri (ölüm halinden) çıkardın.“ 28

Diğer bir ayette İsa (AS)’dan naklen buyurulur ki:

„Allah’ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim.“ 29

Nitekim Matthaeus (Mattâ) İncili 9:23-26, Markus İncili 5:21-43 ve Lukas İncili 8:40-56′ da Celile bölgesinde, sinagog imamı İairus’un 12 yaşındaki kızını, İohannes (Yuhanna) İncili 11:1-45 ve Barnabas İncili 193. surede Bethanyalı Meryem ve Marta’nın kardeşi Lazarus’u, Barnabas İncili 47. surede Nain’de bir oğlanı dirilttiği bildirilmektedir.

Böyle bazı kimselerin İsa (AS) tarafından diriltilerek daha sonra ecelleri ile tekrar öldükleri İslami kaynaklarda da geçmektedir.30

1.5.Ashab-ı Kehf’in diriltilmesi:

Kur’an’da geçen Ashab-ı Kehf Kıssası meşhurdur. Vaktinde, Allah’a iman eden bir gurup genç, inananlara işkence ederek öldüren putperest bir sultanın zulmünden korkarak imanlarını gizlemekte idiler. Rivayete göre bunların arasında sultanın oğlu da vardı. Ancak bunların sayıları kesin belli değildir, bu konudaki rivayetler de dayanaksızdır. Bu gençler, imanları ortaya çıkınca toplandılar ve yanlarında bir de köpek olduğu halde bir mağaraya sığındılar 31; orada ölüm uykusuna yattılar 32. Yüce Allah onların hakkında şöyle buyurmaktadır:

„Ve mağaralarında üç yüz yıl ve buna ilaveten dokuz yıl kaldılar.“ 33

Sonra Allah onları, aralarında birbirlerine sorsunlar diye uyandırdı 34 ve dünyadaki normal yaşamlarına döndüler.

Kur’an’ın bazı tercüme ve sünni yorumlarında Ashab-ı Kehf’in ölmediği, ancak uykuya daldıkları belirtilmektedir. Buna Kehf Suresi 18. ayeti delil gösterirler:

„Ve siz onları uyanık sanırken, onlar uykuda idi.“

Ancak burada geçen „rukûd“ ( رقود ) normal bir uyku anlamında değil, ölüm uykusu anlamında kullanılmıştır. Bunun delili de Yasin Suresi [XXXVI] 51-52 ayetlerdir:

„Nihayet Sûr’a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler. (51) (İşte o zaman:) “Eyvah, eyvah! Bizi uykumuzdan kim kaldırdı? Bu, Rahmân’ın vaadettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!” derler.(52)“

Görüldüğü üzere burada „uykumuz“ ( مرقدنا ) kelimesi ile nitelendirilen ölümdür. Bu nedenle bazı tercümelerde 52. ayetin çevirisi, orijinal metinde ne „kabir“ ( قبر ) ne de „kabirler“ ( (قبور kelimesi kullanılmamışsa da, „Eyvah, Eyvah! bizi kabrimizden kim kaldırdı?…“ şeklinde geçmektedir. Ashab-ı Kehf hakkında ileri sürülen ilginç görüşlerden bir tanesi de, Kur’an’da bildirilen ricatın henüz gerçekleşmediği ve bu yöndeki ayetlerin gelecekten haber verir nitelikte olduğudur. Yusuf bin Yahya Mukaddesî Şafiî’nin „Ikd’ud Durer“ adlı kitabında, Ashab-ı Kehf Kıssası’nın tefsirinde, Sa’lebi’den aktardığı rivayete göre:

„Arkadaşları ile ahir zamanda Mehdi’nin kıyamına kadar yan yana yattılar. Deniliyor ki: Mehdi onlara selam edecek, sonra Allah onları diriltecektir.“ 35

Buna göre Ashab-ı Kehf’in ricatı ahir zamanda yani kıyametten önce vuku bulacak bir olaydır.

1.6.Beni İsrail’den katledilen bir şahsın diriltilmesi:

Müfessirlerin rivayetine göre Beni İsrail’den bir şahıs, mirasına konmak ümidi ile zengin bir akrabasını öldürür ve bu cinayeti gizler. Yahudiler ise cezalandırmak üzere katilin kimliğini tespit etmek istiyorlardı. Allah onlara bir inek kurban etmelerini ve cenazeye, kestikleri ineğin bir parçası ile dokunmalarını emretti. Yahudiler aralarında bir süre tartıştıktan sonra emrin gereğini yerine getirerek bir inek kurban ettiler ve bir parçası ile cenazeye dokundular. Bunun üzerine cenazenin damarlarına kan doldu ve dirilerek katilini tanıttı. Yüce Allah bunu şu ayeti ile bildirmektedir:

„ “Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun” dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini gösterir.“ 36

1.7.İbrahim (AS)’ın Allah’ın izni ile kuşları diriltmesi:

Rivayet edilir ki, vaktinde İbrahim (AS) yırtıcı hayvanların kokuşmuş bir leşin üzerine üşüştüğünü ve onu parçalayarak yediklerine şahit olur. Bunun üzerine şöyle dedi:

„Ya Rabbî! Senin bu leşi, yırtıcı hayvanların midelerinde nasıl topladığını gördüm. Onu nasıl dirilteceğini bana göster ki, kendi gözümle göreyim.“

Bu konuda yüce Allah şöyle buyuruyor:

„İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.“ 37

Bunun üzerine İbrahim’ul Halîl (AS) babamız dört ayrı cins kuşu (rivayete göre tavus, güvercin, karga ve horoz) yakalayıp kesti; tüylerini kanlarına buladı. Cesetlerini on parçaya bölüp, her birini bir dağın başına bıraktı. Sonra kuşların gagalarından tutarak onları Allah’ın adıyla çağırdı. Bunun üzerine kuşlar ona koşarak geldiler. Böylece İbrahim (AS), her kuşun kemiklerinin nasıl toplandığına, ete büründüğüne ve dirildiklerine şahid oldu.

1.8.Zu’l-Karneyn’in dirilişi:

Zu’l-Karneyn’in kimliği hakkında ihtilaflar doğmuştur. Kimine göre o Allah tarafından gönderilmiş (mürsel) bir peygamberdir ve Allah onun vasıtası ile yeryüzünü fethetmiştir. Mücahit ve Abdullah ibn Ömer’den aktarılan rivayetler bu tezi destekler.

Diğer bir görüşe göre ise Zu’l-Karneyn, Allah’a iman eden adil bir hükümdar idi.

Mevlana Ali ibn Ebi-Talib (AS)’dan şu hadis aktarılır:

أنه كان عبداً صالحاً أح ب الله فأحبه وناصح الله فناصحه، قد أمر قومه بتقوى الله، فضربوه على قرنه فمات، فأحياه الله، فدعا قومه إلى الله، فضربوه على قرنه الآخر فمات، فسمي ذا القرنين

„O, Allah’ı seven ve Allah’ın da sevdiği, insanları Allah’a davet eden ve Allah’ın da hayrını dilediği salih bir kuldur. Kavmini Allah’tan sakınmaya davet etmiş, kavmi de onu başının bir tarafına vurarak öldürmüştür. Daha sonra Allah onu diriltmiş ve yine insanları Allah’a davet etmiş; ancak bu kez de kavmi onu, başının diğer tarafına vurarak öldürmüştür. Böylece “Zu’l-Karneyn” (”iki boynuzu olan”) olarak adlandırılmıştır.“ 38

Bunun devamında Ali (AS) şöyle buyurur:

„Sizin aranızda da öyle biri bulunmaktadır.“ 39

Bununla Emir el-Mu’minin kendini kastetmektedir. 40

Ali ibn İbrahim, Cafer es-Sadık (AS)’dan şu hadisi rivayet eder:

إنَّ ذا القرنين بعثه الله إلى قومه، فضربوه على قرنه الأيمن، فأماته الله خمسمائة عام ثم بعثه إليهم بعد ذلك، فضربوه على قرنه الأيسر، فأماته الله خمسمائة عام ثم بعثه إليهم بعد ذلك، فمّلكه مشارق الأرض ومغارا من حيث تطلع الشمس إلى حي ُ ث تغرب

„Allah, Zulkarneyn’i kendi kavmine gönderdi. Kavmi onun başının sağ tarafına vurunca Allah onu beş yüz sene öldürdü. Bu süreden sonra tekrar onu kavmine gönderdi. Bu defasında da başının sol tarafına vurdular. Tekrar Allah onu beş yüz sene öldürdü. Sonra Allah onu tekrar kavmine gönderdi ve onu güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar yeryüzünün doğusuna ve batısına hükümdar etti.“41

1.9.Eyyub (AS)’ın diriltilmesi:

Alemlerin Rabbı buyurur ki:

„…Ona (Eyyub’a) ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha verdik…“ 42

İbn Abbas ve İbn Mesud der ki:

„Allah Teala Eyyub’a ailesini ve hayvanlarını geri verdi ve onlarla birlikte onların bir katını daha bağışladı.“

Cafer es-Sadık (AS)’dan aktarılan bu rivayet, Hasan, Katade ve Ka’b tarafından da bildirilmiştir. 43

***

Bu aktarılan olaylar göstermektedir ki geçmişte, aralarında peygamber, vasi ve sıradan insanların da bulunduğu kimseler tekrar dünyaya döndürülmüştür. Buradan anlaşılmaktadır ki, ricat teorik olarak mümkün olduğu gibi, pratik açıdan da geçerli bir olgudur. Bu tartışma konusu olamaz.

Bu noktada tartışılabilecek tek nokta, ricatın geçmiş olaylarla sınırlı kalıp kalmayacağı, yahut tekerrür edip etmeyeceğidir. Acaba gelecekte de, geçmişte olduğu gibi, ricatın gerçekleşmesine engel olabilecek nedenler nelerdir? Geçmişte, Allah’ın bazı kullarını ricat ettirmesine vesile olan nedenler ortaya çıkmıştır. Peki gelecekte
de bunun gibi, yahut daha önemli ve öncelikli nedenler ortaya çıkması ihtimal dışı mıdır?

Oysa yeryüzünü zulüm ve cinayetlerle kirleten zalim ve canilere karşı dünyada Allah’ın adaletini sağlamak, Hakk’ı hakim kılmak her peygamberin hedefidir. Elçilerin bu konuda gerçekleşeceğini haber verdikleri azabın bir parçası da ricattır.

Allah buyurmaktadır ki:

„Andolsun ki Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazmıştık ki:
“Yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır.” (”Yeryüzüne hakim olacaklardır.”) “ 44

„O halde Allah emrini verinceye kadar bekleyin. (Başınıza gelecekleri göreceksiniz. 45)“ 46

Resulullah (SAV)’den rivayet edilen aşağıdaki hadis de, geçmiş ümmetlerde olduğu gibi gelecek ümmetlerde de ricatın gerçekleşeceği tezini desteklemektedir. Resulullah (SAV) buyuruyor ki:

لتتبعن سنن الذين من قبلكم شبراً بشبر وذراعًا بذراع حتى لو سلكوا جحر ضب لسلكتموه
قالوا: اليهود والنصارى؟
قال(ص) فمن

„”Sizden öncekilerin gidişatını adım-adım, karış-karış izleyeceksiniz; hatta kertenkelenin deliğinde de olsanız onları
izleyeceksiniz.” Dediler ki: “Yahudiler ve Hirıstiyanlar’ın mı (gidişatını izleyeceğiz)?” O hazret buyurdu ki: “Ya kimin?” “ 47

Başka bir versiyona göre Resulullah (SAV) şöyle buyurmuştur:

لتركبن سنن من كان قبلكم شبراً بشبر وذراعاً بذراع، حتى لو أن أحدهم دخل جحر ضب لدخلتم

„Sizden öncekilerin gidişatını karış-karış, adım-adım izleyeceksiniz; hatta eğer onlardan biri kertenkelenin deliğine bile girse siz de oraya gireceksiniz.“ 48

2. Ricatın Kıyametten Önce Gerçekleşeceğini Bildiren Ayetler:

„O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler. (82) O gün, her ümmet içinden âyetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak (ilahi huzura) sevkedilirler. (83) Nihayet, geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi? (84)… Sûr’a üfürüldüğü gün – Allah’ın diledikleri müstesna – göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler. (87)“ 49

Bu ayetlerin akışına ve tefsirleri hakkında söylenenlere bakıldığında, ayetlerde kıyametin alametleri olan üç önemli olayın haber verildiği göze çarpmaktadır. Bunlar:

a) Dabbet’ül Ard’ın zuhuru
b) Özel Haşır (dirilterek toplama)
c) Sûr’a üflenmesi (Kıyamet ve genel diriliş)

Bu aşamada bu dört ayetin, nasıl ve ne şekilde ricat inancına delil teşkil ettiğini tartışmamız gerekir.

Burada zikredilen ilk ayetin kıyametten önceki olayları ele aldığına yönelik bir tartışma yoktur. Bütün müfessirler bu konuda mutabıktır. İbn Merduye, Ebu-Hureyre’den rivayetle Resulullah (SAV)’in şöyle buyurduğunu aktarmaktadır:

إنَّ بين يدي الساعة الدجال والدابة ويأجوج ومأجوج والدخان وطلوع الشمس من مغرا

“Kıyametin alametleri Deccal, Dabbet-ul Ard, Ye’cuc ve Me’cuc, duman ve güneşin batıdan doğmasıdır.” 50

Beğavi, Müslim kanalıyla Abdullah bin Amr’dan, Resulullah (SAV)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

إنَّ أول الآيات خروجًا طلوع الشمس من مغرا، وخروج الدابة ضحى

„Kıyametin alametlerinden birincisi güneşin batıdan doğuşu ve kuşluk vaktinde Dabbe’nin çıkışıdır.“ 51

Dabbe, kelime anlamı ile insan ve hayvan gibi yeryüzünde hareket etme kabiliyeti olan her canlıdır. Kur’an el-Kerim’de ise değişik anlamlarda kullanılmıştır.

„Yeryüzünde hiçbir dabbe (canlı) yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Allah onun durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi apaçık bir kitaptadır.“ 52 ayetinde „dabbe“ bütün

hareketli canlılar için kullanılmıştır. Aynı şekilde, „Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı.“ 53 ayetinde de yeryüzündeki tüm canlılar „dabbe“ olarak nitelenmiştir.

Diğer yandan bazı ayetlerde „dabbe“ kelimesi ile sadece insanoğlu nitelenmektedir:
„Şüphesiz Allah katında yürüyen dabbelerin (insanların) en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.“ 54

Bunun yanında bazı ayetlerde „dabbe“ kelimesinden kasıt insan dışındaki canlılardır.
„Dabbelerin ve insanların birçoğu…“ 55 ve „İnsanlardan ve dabbelerden…“ 56 ayetlerinde olduğu gibi.

„Dabbet’ul Ard“ ayetinde ise dabbenin anlamı belirsiz olarak kullanılmıştır. Burada kastedilenin anlaşılması için Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt (AS)’ın sünnetine bakılması gerekmektedir.

Dabbet’ul Ard’ın niteliği konusunda birçok muhtelif rivayet günümüze ulaşmıştır. Bunların hepsinde sembollerin kullanımı bakımından bir zenginlik göze çarpar. Belli rivayetlere göre geldiğinde insanlara yüksek sesle ve fasih Arapça ile „İnsanlar içtenlikle ayetlerimize inanmıyorlardı…“57 diye seslenir. Onun yanında Musa (AS)’ın asası ve Süleyman (AS)’ın mührü (yüzüğü) vardır. Bu ikisiyle mü’minleri ve kafirleri birbirinden ayırır. Yüzük ile mü’minlerin yüzüne dokunduğunda yüzü nurlanır.

Diğer bir rivayete göre alınlarına „mü’mindir“ yazar. Asası ile kafirlere dokunduğunda bunların yüzü kararır. 58 (Bu, Arapça’da „alın kiri“, „utanç“ anlamında yaygın olarak kullanılan bir değimdir.)

Bazı rivayetlerde bu ayetteki “Dabbet’ul Ard”dan maksadın Emir el-Mu’minîn Ali ibn Ebi-Talib (AS) olduğu vurgulanmaktadır. Süfyan bin Uyeyne kendi senediyle Cabir bin Yezid Cu’fi’den “Dabbet-ul Ard”ın Ali ibn Ebi-Talib (AS) olduğunu rivayet eder.59

Şeyh Kuleyni kendi senediyle İmam Muhammed Bâkır (AS)’dan şöyle nakleder:

قال أميرالمؤمنين(ع): وإني لصاحب الكرات ودولة الدول، وإني لصاحب العصا والميسم، والدابة التي تكلم الناس

„Emir el-Mu’minîn (AS) buyurmuştur ki: “Yeniden dirilişlerin sahibi ve devletlerin devletinin sahibi benim. Asa ve kızgın demir sahibi ve insanlarla konuşan Dabbe benim.” “ 60

Şeyh Ali bin İbrahim kendi senediyle Cafer es-Sadık (AS)’dan şöyle nakletmiştir:

قال رجل لعمار بن ياسر، يا أبا اليقظان، آية في كتاب الله قد أفسدت قلبي وشككتني. قال عمار: أية آية هي؟ قال: ( وإذا وق ع القولُ عليهم أخرجنا ُلهم دابةً مِ ن الأرضِ تكّل م هم أنَّ النا س كانوا بآياتِنا لا يوقنون) فأية دابة هذه؟
قال عمار: والله ما أجلس ولا آكل ولا أشرب حتى ُأريكها، فجاء عمار مع الرجل إلى أميرالمؤمنين(ع) وهو يأكل تمراً وزبدًا، فقال: يا أبا اليقظان، هل م، فجلس عمار، وأقبل يأكل معه، فتع جب الرجل منه، فل ما قام له الرجل: سبحان الله يا أبا اليقظان، حلفت أنك لا تأكل ولا تشرب ولا تجلس حتى ترينيها. قال عمار: قد أريتكها، إن كنت تعقل

„Biri Ammar ibn Yasir (AS)’a, “Ya Ammar! Allah’ın kitabındaki bir ayet huzurumu kaçırdı ve beni şüpheye düşürdü.” dedi. Ammar (AS), “Hangi ayet?” diye sordu. Adam, ‘O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe (canlı) çıkarırız; o onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler’ ayetidir; ayetteki Dabbet’ul Ard nedir?” dedi.

Ammar (AS), “Allah’a andolsun onu sana gösterinceye kadar oturmayacağım, yemeyeceğim ve içmeyeceğim!” dedi ve o adamla birlikte Emir el-Mu’minîn Ali (AS)’ın evine gitti. O sırada Ali (AS) hurma ve tereyağı yiyordu. Ammar (AS)’ı görünce, “Buyur!” dedi. Ammar (AS) da oturarak o hazretle birlikte yemeye başladı. Adam bunu görünce şaşırdı. Ammar (AS) kalkınca adam, “Sübhanallah! Ya Ammar! Sen, onu (dabbeyi) bana gösterinceye kadar yemeyeceğine, içmeyeceğine ve oturmayacağına dair yemin etmiştin.” dedi. Bunun üzerine Ammar (AS), “Eğer aklını çalıştırırsan onu sana gösterdim.” cevabını verdi.“ 61

Yine İmam Sadık (AS)’dan şöyle rivayet edilmiştir:

انتهى رسول الله(ص) إلى أميرالمؤمنين(ع) وهو نائم في المسجد، وقد جمع رم ً لا ووضع رأسه عليه، فحركه ثم قال له: قم يا دابة الأرض. فقال رجل من أصحابه : يا رسول الله، أيسمي بعضنا بعضًا بهذا الاسم؟ فقال: لا والله، ما هو إ ّ لا له خاصة، وهو الدابة التي ذكرها الله تعالى في كتابه: وإذا وقع القولُ عليهِم أخرجنا ُلهم دابةً مِن الأرضِ

„Resulullah (SAV), Ali (AS)’ın mescitte bir miktar kum toplayarak başını onun üzerine bırakıp uyuduğunu görünce eliyle Ali (AS)’ı hareket ettirerek, “Kalk ya Dabbet-ul Ard!” dedi. Ashaptan bir kişi, “Ya Resulullah! Birbirimize bu ismi bırakalım mı?” diye sordu. O hazret, “Hayır! Bu isim Ali’ye hastır. Ali, Allah’ın Kur’an’da, ‘O söz başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe (canlı) çıkarırız…’ şeklinde andığı Dabbe’dir” buyurdu.” 62

Esbağ bin Nebate’den şöyle nakledilir:

„Emir el-Mu’minîn Ali (AS)’ın huzuruna çıktım. O sırada ekmek, sirke ve zeytin yağı yiyordu. Ben, “Ya Emir el-Mu’minîn! Allah Teala ‘O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe (canlı) çıkarırız…’ buyuruyor; bu ayetteki ‘Dabbe’ nedir?” diye sordum. Ali (AS), “O, ekmek, sirke ve zeytin yağı yiyen bir canlıdır.” cevabını verdi.” 63

Diğer yandan, Dabbet’ul Ard’ın mü’minler ile kafirleri ayıracağı hususu göz önünde tutulduğunda Emir el-Mu’minîn (AS)’ın şu sözleri hatıra gelir:

„Ben cennet ve cehennemi bölenim.“ 64

***

Neml Suresi 82. ayetin tefsirini inceleyip, kesin surette kıyametten önceki olayları ele aldığını ortaya koyduktan sonra 83. ayetin de kıyametten önceki olaylara dair olup olmadığını incelememiz gerekmektedir.

Ayetlerin akışı ve tertibi gereği 83. ayette „O gün, her ümmet içinden âyetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız…“ şeklinde aktarılan haşrın, kıyamet öncesi olaylar zincirinde, 82. ayette belirtilen „Dabbet’ul Ard’ın çıkışı“ ile aynı surenin 87. ayetinde belirtilen „Sûr’a üfleme“ olayları arasında meydana geleceği anlaşılır.

Bu, mezkur ayette zikredilen haşrın, sûra üflendikten sonraki genel haşırdan farklı olduğuna birinci delildir.

„Sûr’a üfürüldüğü gün – Allah’ın diledikleri müstesna – göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler.“ şeklindeki 87. ayette kıyametteki genel haşırdan ayrı bir şekilde söz edilmiş olması da, 83. ayette bildirilen haşır ile 87. ayette bildirilen haşrın farklı olduğunu gösteren ikinci delildir.

Ayetin cümle morfolojisi incelendiğinde, 83. ayette: ويوم نحشر من كل أمة فوجا (O gün her ümmetten bir topluluk haşrederiz) denmektedir, ويوم نحشر كل أمة فوجا (O gün bütün ümmetleri haşrederiz) denmemektedir. Kısacası bir istisna
vurgulanmaktadır. Oysa kıyamet vakti gerçekleşecek haşır, bir kavme veya cemaate özgü değil, herkesi kapsayacak şekildedir. Nitekim yüce Allah buyurmaktadır ki:

„Hepsini haşrettiğimiz gün…“ 65

İşte bu ayette hiçbir istisnaya yer verilmemekte ve herkesin dirileceği bildirilmektedir. Diğer bir değiş ile, her ümmetten bir topluluğun dirilmesi, yeryüzünde hayatın tamamen son bulacağı kıyamet gününün olaylarından değildir. Bu da, Neml Suresi 83. ayette bildirilen haşrın kıyametten önce gerçekleşecek özel bir haşır olacağının üçüncü delilidir.

Kaynaklar, Ehl-i Beyt İmamları (AS)’ın da bu ayeti kerimeyi ricatin bir delili olarak gördüklerini bildirmektedir.

Ebu Basir, İmam Muhammed Bâke (AS)’ın, „Iraklılar ric’ati inkar mı ediyorlar?“ diye sorduğunu ve kendisinin, „Evet“ demesi üzerine İmam (AS)’ın, „Kur’an el-Kerim’in “O gün her ümmetten bir grubu haşredeceğiz” buyurduğunu okumamışlar mı?!“ buyurduğunu rivayet eder.66

Ali bin İbrahim kendi tefsirinde, Hammad’dan Cafer es-Sadık (AS)’ın şöyle buyurduğunu nakleder:

„”İnsanlar “O gün her ümmetten bir grubu haşrederiz” ayeti hakkında ne diyorlar?” diye sordu. Ben, “Bu haşrın kıyamette olacağını söylüyorlar.” dedim. Bunun üzerine İmam (AS) buyurdu ki:

ليس كما يقولون، إ ّ ن ذلك في الرجعة، أيحشر الله في القيامة من كلِّ ُأمة فوجًا ويدع الباقين؟ إنما آية القيامة قوله: و حشرناهم َفَلم نغادِر مِنهم أحدا

“Öyle değil; bu ayet (kıyametten önce) dünyaya dönüş hakkındadır; Allah kıyamette bir grubu haşredip diğerlerini bırakacak mı? Kıyamet ayeti şudur: ‘O gün … onları(n hepsini) haşredeceğiz, hiç birini bırakmayacağız.’ ” “67

İmamiyye’den olmayan müfessirler bu ayetin tefsirini kısaca geçiştirerek ricate bağlamamayı yeğlerler. Bu konuda iki ayrı görüş bildirirler:

a) Bunlardan bir kısmı Neml Suresi 83. ayette zikredilen haşrın kıyamette vuku bulacağı yönünde görüş bildirirler.
b) Diğer bir kısmı ise bu haşrın kıyametten sonra vuku bulacağını belirtirler.

Birinci gurup, eğer bu ayeti kerimenin tefsiri kendilerinin dediği gibi olsaydı, yukarıda zikrettiğimiz En’am Suresi 128. ayet ve Cafer es-Sadık (AS)’ın zikrettikleri Kehf Suresi 47. ayet ile çelişiyor olurdu.

Diğer yandan, ikinci gurubun yaptığı gibi, herkes diriltildikten sonra bir gurubun daha dirileceğini iddia etmek mantığa aykırıdır. Herkes dirilmişken daha kim dirilecektir ki böyle bir iddiada bulunulabilsin? Ya da yüce Allah „kıyamette şu şu kişiler hariç herkes dirilecek, sonraki bir zamanda da kalanlar haşredilecek“ mealinde bir ayet mi indirmiştir?

Kaldı ki her iki görüş de, Neml Suresi’nde özel haşır olayına Dabbet’ul Ard’ın çıkışı ve Sûr’a üflenmesi olayları arasında değinilmesini göz ardı etmektedir.

Bir gurup müfessir bu çelişkinin farkına varmış olacaklar ki, duruma şöyle bir açıklama getirme çabasına girmişlerdir:

„Bu olayın (bir grubun dirilişi), Sûr’a üfürülüşten ve kıyametten önce zikredilişi, bunların her birinin (Sûr’a üfürülüş ve her ümmetten bir grubun dirilişi) tek başına çok önemli konular olduğundan her birinin ayrı ayrı incelenmesi ve durumlarının ayrı ayrı zikredilmesi gerektiğini vurgulamak içindir; ancak eğer sıra gözetilecek olsaydı okuyucu bu
ikisinin bir olay olduğunu sanabilirdi.“

Hepimiz takdir ederiz ki bu, hiç de ikna edici olmayan, uydurma bir izah denemesidir. Eğer gerçekten maksat bu olsaydı, böyle bir tevehhümü önlemek üzere farklı bir metod izlenmesi, örneğin özel haşır ayetinin Sûr’a üfürülüş ayetinden sonra yer alması gerekirdi.

Bu nedenle Tabatabai „el-Mizan“ Tefsirinde özel haşrın kıyametten önce gerçekleşeceğini belirtmektedir.68

İmam Bakır (AS)’dan şöyle rivayet edilmiştir:

أيام الله ثلاثة: يوم يقوم القائم، ويوم الكرة، ويوم القيامة

„Allah’ın günleri üçtür: Kâim’in kıyam ettiği gün, ric’at günü ve Kıyamet günü.“ 69

3. Hadis:

Gaybî şeyler ile gelecekte meydana gelecek olaylar hakkında bildirilen rivayetlerin doğruluk kriteri bize göre Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt İmamları (AS)’dan aktarılan sahih hadislerdir. Şeyh Kuleyni, Haşim Sahib’ul Berid’den naklen Cafer es-Sadık (AS)’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder:

„Allah’a andolsun, bizden duymadığınız birşeyi söylemeniz sizin için şerdir.“ 70

Bu yönde rivayet edilen hadisler burada ayrı ayrı incelenmeye imkan vermeyecek kadar fazladır. Asıl tartışma konumuz olan ricatın varlığının bir delili de Alevi din önderlerinin Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt İmamları (AS)’dan aktardıkları mütevatir rivayetlerdir. Bunların sayısı çok zengindir. Hatta bunların günümüze ulaşan dua ve ziyaretnamelerinde bile bu rivayetler yer almaktadır. Bunların hepsini ayrı ayrı incelemek çerçevemizi aşacağından, burada onlara değinerek geçmeyi uygun buluyoruz.

Seyyid Muhammed Mü’min Hüseynî Esterabadî (şehadeti: 1088 H), „Ric’at“ hakkındaki risalesinde ricatın varlığını gösteren 111 hadis toplamıştır.

Hürr’ül Amili, “el-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at” adlı kitabında, Alevi ulemanın ileri gelenlerinin yazmış olduğu yetmiş kitaptan 71, ricat inancını açık bir şekilde ortaya koyan 620′yi aşkın ayet ve hadis tahriç etmiş ve demiştir ki:

„Ehlibeyt İmamları’ndan ric’at hadisleri sabittir; çünkü bu hadisler Kutub-u Erbaa’da ve diğer muteber kitaplarda kaydedilmişlerdir. Yine bu hadislerin sihhati ve rivayetlerin sabit oluşuna oldukça fazla kesin karineler vardır; oysa tevatür haddine ulaşmış, hatta tevatür haddini geçmiş olan bu rivayetlerin hiç birinin hiçbir karine ve belirtiye ihtiyacı yoktur. Bu hadislerden her biri bu karinelerle birlikte insanı ilime ulaştıracak niteliktedir; bütün bunlara rağmen bu rivayetlerde nasıl şüphe edilebilir?!“ 72

Allâme Meclisî, “Bihar-ul Envar” adlı kitabının „Ric’at“ bölümünde 200 hadis toplamış ve demiştir ki:
„Ehlibeyt İmamları (AS)’ın hakkaniyetine inanan birisi, Sıkat-ul İslam Kuleyni, Şeyh Saduk Muhammed bin Babeveyh, Şeyh Ebu Cafer Tusî, Seyyid Murtaza, Neccaşî, Keşşî, Ayyaşî, Ali bin İbrahim, Suleym Hilali, Şeyh Mufid, Keracekî, Nu’manî, Saffar, Sa’d bin Abdullah, İbn Kavluveyh, Seyyid Ali bin Tavus, Ferat bin İbrahim, Ebu’l-Fadl Tabersî, İbrahim bin Muhammed Sekafî, Muhammed bin Abbas bin Mervan, Berkî, İbn Şehraşub, Hasan bin Süleyman, Kutbu Ravendî ve Allâme Hillî gibi Şia’nın kırk küsur ileri gelen alimlerinin, elliden fazla eserlerinde mütevatir olarak Ehlibeyt’ten naklettikleri yaklaşık 200 sarih hadiste nasıl şüphe edebilir?!
… Eğer bütün Şia ulemasının, sonra gelenlerin öncekilerden naklettikleri bu hadisler mütevatir olmazsa, hangi hadisin mütevatir olduğu iddia edilebilir?!“ 73

Ricat konusunda nakledilmiş hadis ve rivayetler konusunda Aleviler ve İmamiyye’nin diğer kolları arasında büyük ölçüde mutabakat bulunduğundan burada, İmamiyye’nin değişik kollarından bu konuda yazılmış kitaplardan bazılarının adlarına değinelim:

a) Hasan bin Ali bin Hamza Betaini: Kitab-ur Ric’at 74
b) Ebu’l-Fadl Muhammed bin Şazan Ezdî en-Nişaburî: İsbat’ur Ric’at, er-Ric’at, Ehadis, Muhtasaru İsbat-ir Ric’at
c) Ahmed bin Davud bin Seid Fezarî Ebu-Yahya bin Corcanî: Kitab’ur Ric’at
d) Şeyh Saduk Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Musa bin Babaveyh Kummî: Kitab’ur Ric’at
e) Şeyh Ebi-Nezr Muhammed bin Mes’ud Ayyaşi: Kitab-ur Ric’at
f) Allâme Hillî: Kitab İsbat’ir Ric’at
g) Şeyh Hasan bin Süleyman Hillî: Kitab’ur Ric’at
h) Şeyh Muhaddis Muhammed bin Hasan Hürr’ul Amilî: el-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at
i) Şeyh Muhammed Rıza Tabersi Necefî: eş-Şi’at ve’r Ric’at
j) Seyyid Muhammed Mü’min Hüseynî Esterabadî: er-Ric’at

4. İcma:

Ricat inancı sadece Aleviler’in değil, mensup oldukları İmamiyye’nin tamamının üzerinde mutabık oldukları bir
inançtır. Dolayısı ile, bazı istisnalar hariç, Ehl-i Beyt (AS)’dan aktarılan bu konudaki hadis ve rivayetlerde birleşirler.

Ebu-Cafer ibn Babaveyh (Şeyh Saduk) „el-İ’tikadat“ adlı kitabının „elİ’tikad bi’r Ric’at“ bölümünde der ki:

„Biz (İmamiyye), ricatın hak olduğuna inanıyoruz.“ 75

Şeyh Mufid ise der ki:

„İmamiyye, ricatın anlamı hususunda kendi arasında ihtilaf etmesine rağmen, ölülerden bir çoğunun kıyametten önce dünyaya döneceğinde ittifak etmiştir.“ 76

Alem’ul-Huda Seyyid Murtaza ise „Dimeşkiyat“ında demiştir ki:

„İmamiyye, Sahib’uz Zaman Mehdi (AS) zuhur edince Allah Teala’nın, evliyasından bir grubunu ona yardım etmeleri ve hükümetiyle neşat bulmaları için ve düşmanlarından bir grubunu da hakkettikleri azaba uğratmak için dünyaya döndüreceğinde icma etmiştir; bir çok kitabımızda bu grubun icmasının hak olduğunu vurguladık; çünkü bu grubun arasında her türlü çirkinlikten masum olan Ehlibeyt var. Dolayısıyla, ric’atın kesinliğine ve ayrıca Allah’ın buna gücünün yeteceğine inanmak gerekir.“ 77

Tabersi ricatı kabul etmekle birlikte, ricatın niteliği hususunda farklı görüş beyan eder:

„Ricat nakledilen rivayetlerin zahiri ile ıspatlanmaz. Dolayısı ile ricatın, “insanlar değil hükümet dönecektir” şeklinde tevil edilmesi gerekir. Her ne kadar rivayetler bunu destekliyorsa da bu hususta bizim dayanağımız İmamiyye Şia’sının icmasıdır.“ 78

Şeyh Hasan bin Süleyman bin Halid Kummî de risalelerinin birinde demektedir ki:

„Ric’at ulemamızın, hatta bütün İmamiyye’nin icma ettiği bir husustur.“79

Yine Allame Meclisi demektedir ki:

„Şia, bütün asırlarda ric’at inancında icma etmiştir ve bu konu Şia arasında öğle vaktinde beliren güneş gibi açıktır. Hatta bu konu Şia’nın şiirlerinde bile yer almıştır 80 ve bununla bütün şehirlerinde muhaliflerine delil getirmişler, muhalifleri de bu konuda onları kınamıştır. Şia, kitap ve esfarlarında onu ispatlamışlardır; Razi, Nişaburi ve diğerleri bunlardandır.“ 81

5. Zaruret:

Ricatın gerçekliğinin bir delili de bu inancın zarureti hakkında Ehl-i Beyt (AS)’dan nakledilen rivayetlerdir. Şeyh Saduk kendi senedi ile Cafer es-Sadık (AS)’dan nakleder ki:

من أقر بسبعة أشياء فهو مؤمن – وذكر منها – الإيمان بالرجعة

„Yedi şeye ikrar eden mü’mindir… Onlardan biri de ricata inanmaktır.“82

İmam er-Rıda (AS)’dan nakledilir ki:

من أقر بتوحيد الله - وساق الكلام إلى أن قال – وأقر بالرجعة والمتعتين، وآمن بالمعراج، واُلمساءلة في القبر، والحوض، والشفاعة، وخلق الجنة والنار، والصراط والميزان، والبعث والنشور، والجزاء والحساب، فهو مؤمن حقًا، وهو من شيعتنا أهل البيت

„Kim Allah’ın birliğine … ric’at ve iki mutaaya, miraca ve kabirdeki sorgu-suale, havuza, şefaate, cennet ve cehennemin yaratılışına, sırat ve mizana, diriliş ve kıyamete, ceza-mükafat ve hesaba inanırsa, o gerçekten mümindir; böyle birisi biz Ehli-beyt’in Şialarındandır.“ 83

Ricat inancının Alevi inanışının bir zaruriyeti olduğuna getirilen başka bir delil de Ehl-i Beyt (AS)’ın şialarına öğrettikleri dua ve ziyaretnamelerdir. Bunlardan biri Cafer es-Sadık (AS)’dan rivayet edilen Hüseyin’üş Şehîd (AS) ziyaretnamesidir. Bu ziyaretnamenin bir bölümü şöyledir:

وُأشهد الله وملائكته وأنبياءه ورسله أني بكم مؤمن، وبإيابكم موقن

„Allah, melekleri, peygamberleri ve elçileri şahid olsun ki, size iman ettim ve dönüşünüzden eminim.“ 84

Ali (AS) ziyaretnamesinde ise şu cümle geçer:

السلام عليك يا صاحب الكرة والرجعة

„Selam olsun sana ey dönüş ve ricatın sahibi.“ 85

Hasan el-Askerî (AS)’ın ashabından olan Hamdenî’den rivayet edilen ve Hasan el-Askerî (AS)’ın doğumgününde okunan duanın bir kısmı şöyledir:

اُلمع وض من قتله أ ّ ن الأئمة من نسله، والشفاء في تربته، والفوز معه في أوبته – إلى قوله – فنحن عائذون بقبره نشهد تربته وننتظر أوبته

„Hüseyn’in katline karşılık, İmamlar onun soyundan kılınmıştır, yine şifa onun toprağına verilmiştir, kurtuluş, dünyaya döndüğünde onunla birlikte olmakta kılınmıştır… Dolayısıyla biz onun kabrine sığınarak toprağını şahit tutuyor ve dönüşünü bekliyoruz.“ 86

Seyyid ibn Tavûs’un naklettiği Mehdî (AS) ziyaretnamesinin birçok yerinde ricat vurgulanmaktadır. Bu bölümlerden biri de şudur:

فاجعلني يا رب فيمن يكر في رجعته، ويملك في دولته، ويتم ّ كن في أيامه

„Ya Rabbi! Beni onun ricatında dünyaya dönenlerden, onun devletinde malik olanlardan ve onun döneminde güçlü olanlardan kıl!“ 87

Yine Seyyid ibn Tavûs’un naklettiği Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt (AS)’ın ziyaretnamesinde şu cümle geçer:

إني من القائلين بفضلكم، مقر برجعتكم، لا أنكر لله قدرة

„Ben sizin faziletinizi söyleyen ve ricatınızı kabul edenlerdenim. Bu konudaki kudretin Allah’a ait olduğunu inkar etmem.“ 88

Ne özel bakış açısıyla Aleviyye’nin, ne de global bakış açısıyla İmamiyye’nin ulemasından, eserlerinde ricat inancını red eden kimseye rastlanmaz. Hatta büyük alimlerden bir tane bulamazsınız ki, bu konuya değinerek, ricat inancının geçerliliğini ve zaruretini vurgulamış olmasın. Bu bakımdan ricat Alevilik’in zaruri inançlarındandır. Bu bakımdan ricate inanmak farzdır ve ricatın varlığı değil, sadece ayrıntıları konusundaki değişik görüşler tartışma konusu olabilir.

Ricat inancının zarureti konusunda değineceğimiz son anekdot, Ali (AS) döneminde Süleym ibn Kays Hilalî’nin yazdığı kitaptaki bir pasajdır:

„Kıyamet gününe inancım, ricata olan inancımı aşmadı.“ 89

Ricatın Amacı

Ricat rivayetlerinden Ali (AS)’ın birden çok kez zuhur edeceği 90 ve Hüseyin eş-Şehîd (AS)’ın da Muhammed Mehdî (AS)’ın zuhurundan sonra dünyaya döneceği anlaşılmaktadır 91. Bunun yanında insanların ricatının birden çok olacağını gösteren işaretler mevcuttur. Örneğin Ali (AS) buyurmuştur ki:

وإني لصاحب الكرات ودولة الدول، وإني لصاحب العصا والميسم، والدابة التي تكلم الناس

„Yeniden dirilişlerin sahibi ve devletlerin devletinin sahibi benim. Asa ve kızgın demir sahibi ve insanlarla konuşan Dabbe benim.“ 92

Nitekim Ali (AS) „dirilişler“ ( كرات ) demiştir, „diriliş“ ( كرة ) dememiştir.

Bu, birden çok ricatın varlığını gösterir. Ancak bunların zamanlama ve niteliği bildirilmemiştir. Ricatın gerçekleşeceğini, kıyametteki gibi herkesi kapsamadığını, belli bir topluluğa mahsus olduğunu ve birden çok kez gerçekleşeceğini vurguladıktan sonra, bu özel dirilişin amaçlarını araştırmamız uygun düşer.

Her müslüman kabul eder ki ilahî adalet mutlaktır, zaman ve mekan ile sınırlı değildir. Allah Teala, onun yasalarına uyan, ona kulluk eden ve zulme uğrayan salih kullarına adalet ve hakimiyet vaad etmiştir. Allah buyurmuştur ki:

„Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlardır.“ 93

Allah Teala’nın bu ayeti kerimede değindiği mü’minlerden birçoğu ömürleri boyunca zulme uğramış, bir saniyeleri dahi güven içinde geçmemiş, hatta şehid edilmişlerdir. O halde Allah’ın vaad ettiği hakimiyet ve güvenden bazı salih kulları müstesna mı kılınmıştır? Hayır! Eğer dünyanın ömründen ancak bir gün bile kalmış olsa, Allah, ahir zamanda Mehdî (AS) ve ashabıyla gerçekleşecek olan gizli hayrını getirerek batıl kuruluşları, zulüm ve cevri yerle bir edip zulüm ve cevirle dolmuş olan yeryüzünü adalet ve eşitlikle dolduruncaya kadar o günü uzatır, mü’minlere olan vaadini muhakkak yerine getirir.

Tabersi’ye göre „iman edip iyi işler yapanlar“ dan maksat Resulullah (SAV), Ali (AS), Ehl-i Beyt (AS) ve bunların taraftarlarıdır. Bunlar hiçbir dönemde gerçek anlamda egemenliğe kavuşmamış ve hükümran olmamışlardır. Bu bakımdan Allah’ın vaadi henüz gerçekleşmemiştir ve şüphesiz Allah vaadine aykırı davranmaz. 94

Şeyh Saduk, Muhammed bin Ebu-Umeyr kanalıyla şöyle rivayet eder:

„Cafer ibn Muhammed (AS)’ın şöyle buyurduğunu duydum:

لكلِّ ُأناسٍ دولٌة يرقبوا
ودولتنا في آخر الدهر تظهر

“Muhakkak beklediği bir devlet var her milletin
Devletimiz ahir zamanda zuhur edecek bizim.” “ 95

Allah Teala bir ayeti kerimesinde buyurur ki:

„Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.“ 96

Muhammed el-Bakır (AS) ve Cafer es-Sadık (AS)’dan birkaç kanalla şöyle rivayet edilir:

أ ّ ن هذا النصر يكون في الرجعة، ذلك لأنَّ كثيراً من الأنبياء والأوصياء ُقتِلوا و ُ ظلِموا ولم ينصروا، وأ ّ ن الله لا يخلف الميعاد

„Bu yardım ric’atte olacaktır; çünkü peygamber ve vasilerden bir çoğu öldürülmüş, zulmedilmiş ve yardım edilmemişlerdir; Allah’ın vaadında ise aykırılık olmaz.“ 97

Muhammed el-Bakır (AS)’dan rivayet edilir ki:

كنت مريضًا بمنى وأبي(ع) عندي، فجاءه الغلام فقال: هاهنا رهط من العراقيين يسألون الأذن عليك. فقال أبي(ع): أدخلهم الفسطاط، وقام إليهم ودخل عليهم، فما لبثت أن سمعت ضحك أبي(ع) قد ارتفع، فأنكرت ذلك ووجدت في نفسي من ضحكه وأنا في تلك الحال ثم عاد إليَّ فقال: يا أبا جعفر، عساك وجدت في نفسك من ضحكي؟
فقلت: وما الذي غلبك منه الضحك، جعلت فداك؟
فقال: إنَّ هؤلاء العراقيين سألوني عن أمرٍ كان من مضى مِن آبائك وسلفك يؤمنون به ويقرون، فغلبني الضحك سروراً أنَّ في الخلق من يؤمن به ويقر
فقلت: وما هو، جعلت فداك؟
قال: سألوني عن الأموات متى يبعثون فيقاتلون الأحياء على الدين

„Mina’da hastaydım; o sırada babam yanımdaydı. Bir hizmetçi gelerek, “Bir grup Iraklı içeri girmek için izin istiyor.” dedi. Babam, “Onları çadıra al!” dedi ve kalkarak onların yanına gitti. Çok geçmeden babamın güldüğünü duydum; bu bana çok garip ve tuhaf geldi. Babam dönünce bana, “Ya Ebâ-Cafer! Güldüğümü duydun mu?” diye sordu.
Ben, “Sana feda olayım; seni güldüren şey nedir?” dedim.
Babam, “Bu Iraklılar bana senin babalarının ve atalarının inanıp ikrar ettiği bir konuyu sorunca, insanlar arasında buna inanıp ikrar eden var diye sevinçten gülesim geldi.” dedi.
Ben, “Sana feda olayım, nedir o?” diye sordum.
Bunun üzerine babam, “Onlar benden, ölülerin din üzere dirilerle savaşmak için ne zaman dirileceğini sordular.” dedi.” 98

Buna göre ricat eden mü’minler Allah’ın dinini yeryüzünde hakim kılmak, Ehl-i Beyt (AS)’ın devletini kurmak ve dünyayı adaletle doldurmak üzere Allah’ın, Resulullah (SAV)’in ve Ehl-i Beyt (AS)’ın düşmanlarına karşı savaşacaklardır.

Ali (AS)’dan rivayet edilir ki:

العجب ك ّ ل العجب بين جمادى ورجب. فقام رجل فقال: يا أميرالمؤمنين، ما هذا العجب الذي لا تزال تعجب منه؟ فقال: وأي عجب أعجب من أموات يضربون ك ّ ل عدو لله ولرسوله ولأهل بيته، وذلك تأويل هذه الآية يا أيها الَّذين آمنوا لا تتوَلوا قَوماً غضب اللهُ عليهِم قد يئسوا مِن الآخرة كما يئس الكّفا ر مِن أصحابِ الُقبور

„Hayret, hayret; Cemadi ayıyla Receb ayı arasındaki olaylara.“ Birisi, „Ya Emir’ul mu’minîn! Sizi bu kadar hayrete düşüren nedir?“ diye sorunca buyurdu ki: „Ölülerin, Allah’ın, Resûlü’nün ve Ehlibeyti’nin düşmanlarıyla savaşmasından daha hayret verici ne var? Bu, şu ayetin yorumudur: “Ey inananlar, Allah’ın gazabettiği kimselerle dostluk etmeyin. Kafirler, mezarlık halkından nasıl ümidi kesmişse onlar da ahiretten öyle ümidi kesmişlerdir.” 99 “ 100

Diğer yandan ricatın bir yönü de zulümlerinde ve fesatlarında halis olanların dönüşüdür. Peki onların dönüşünün amacı nedir?

Ehl-i Beyt (AS) sünnetinden anlaşılmaktadır ki ricatın amaçlarından bir tanesi de kısastır. Kıyametten ve insanların büyük hesap için dirilişinden önce yeryüzünde ilahi adaletin uygulanması, Mehdî (AS)’ın döneminin insanlarını kapsadığı gibi geçmiştekileri de kapsar. Geçmiştekiler ise bir kez daha dünyaya dönmelerine hükmedilen, seçkin mümin ve zalimlerden oluşan bir gruptur. Küfürlerinde halis olan zalimler, yaptıkları zulüm, fesadın, Allah’ın velileri ve halis kullarıyla savaşarak işledikleri günahın cezasını görmek, Allah’ın sınırlarını çiğneyip uygulamamaları ve hiçe saymaları, onları küfür ve tuğyana dönüştürmelerinden dolayı dünyada hakkettikleri azabı tatmaları için dünyaya döneceklerdir; fakat ahirette de çok daha şiddetli ve acılı bir azap beklemektedir onları.

Nitekim kısası tadan zalimlerin dünyaya dönmeyecekleri şu ayet ile sabittir:

„Helak ettiğimiz bir ülkeye artık yaşamak haramdır. Onlar bir daha geri dönmezler.“ 101

Ali bin İbrahim ve Tabersi’nin Cafer es-Sadık (AS)’dan naklettikleri şu rivayet de aynı yöndedir:

كلُّ قرية أهلك الله أهلها بالعذاب لا يرجعون في الرجعة، وأما في القيامة فيرجعون، ومن محض الإيمان محضًا وغيرهم ممن لم يهلكوا بالعذاب، ومحضوا الكفر محضًا يرجعون

„Allah tüm ülkelerin halkını azapla helak edecek; onlar ric’atte değil, kıyamette dünyaya dönecekler; imanlarında halis olanlar, azapla helak olmayanlar ve küfürlerinde halis olanlar ric’at edeceklerdir.“ 102

Küfür ve zulümlerinden dolayı helak edilenler kıyamette, ahiret azabını tatmak üzere diriltileceklerdir ancak bundan önce dünya hayatına dönmeyeceklerdir. Ricat, yeryüzünde fesat çıkaran, zulmeden ve kısasın acısını tatmadan dünya hayatından göçen diğer kafirlere hastır. „Onlar bir daha geri dönmezler“ hükmünü şüphesiz „kıyamette diriltilmezler“ olarak yorumlamak mümkün değildir. Ayetin hükmü kıyamet dirilişine değil, ricata yöneliktir.

Musa ibn Cafer (el-Kâzım) (AS)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir:

لترجعن نفوس ذهبت، وليقتصن يوم يقوم، ومن عذب يقتص بعذابه ومن أغيظ أغاظ بغيظه، ومن ُقتِل اقتص بقتله، ويرد لهم أعداؤهم معهم حتى يأخذوا بثأرهم، ثم يع مرون بعدهم ثلاثين شهرًا، ثم يموتون في ليلة واحدة قد أدركوا ثأرهم، وشفوا أنفسهم، ويصير عدوهم إلى أشد النار عذابًا، ثم يوقفون بين يدي الجبار عز وجل فيؤخذ لهم بحقوقهم

„Giden nefisler dönecekler ve (Kâim’in) kıyam günü 103 kısas edilecekler; azap edilen azabıyla kısas edecek, öfkelenilen, öfkesiyle kısas edecek, öldürülen, öldürülmesiyle kısas edecek. İntikamlarını almaları için de düşmanları onlarla birlikte diriltilecek. Sonra onlardan sonra otuz ay yeryüzünü dolduracaklar ve sonra da intikamlarını aldıkları ve kalplerinin teskin bulduğu bir gecede hepsi ölecekler ve düşmanları azabı en şiddetli olan ateşe girecekler. Sonra Allah Teala’nın huzuruna çıkacaklar ve onların hakları alınacak.“ 104

Şüphesiz bu ricat aynı zamanda tevbe için son bir fırsat niteliğini taşımaktadır. Ancak Kur’an’daki ayetlerle sabittir ki dünyaya dönen zalimler, şahit oldukları tüm mucizelere rağmen bu fırsatı ellerinin tersi ile iteceklerdir:

„Siz ölü iken sizi dirilten Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz? Sonra sizi tekrar öldürecek, tekrar diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.“ 105

Bu ayetin tevili konusunda Arapça’nın genel konseptine ve mantığa aykırı olarak, doğmamış bir insanın „ölü“ olarak nitelendirildiğini ve ilk diriltilişin doğum olduğunu iddia edenler vardır. Benzer tezler Mu’min Suresi [XL] 11. ayet hakkında da ileri sürülmektedir. Oysa biraz olsun Arapça bilen herkes, ayetin dünya yüzündeki iki hayattan ve sonra gelecek kıyamet dirilişinden bahsedildiği sonucuna varacaktır. Nitekim Arapça’da bir fiil, bir kelimenin aktüel durumunu nitelendiren sıfata zıt bir olguyla bağlantılı olarak kullanılır. Eğer ayetin tevilinde „Allah insanları ölü olarak yarattı“ tezini ileri sürersek, aynı zamanda „Allah onları öldürdü“ denmesi mümkün değildir. Diğer yandan doğmamış biri hakkında „Allah onu diriltti“ denmez, çünkü diriliş bir dönüştür. Şüphesiz Allah Teala bu ayeti ile ricat eden kafirleri kastetmekte ve küfürlerinde sabit kalacağını bildirmektedir.

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’e göre Ricat Ehl-i Sünnet ricat konusunda Ehl-i Beyt (AS)’ın rivayetlerine hiçbir şekilde değinmez, ricat inancını kesin bir şekilde reddeder. Kur’an’da mevcut olan ricat hakkındaki ayetlerin hükümlerini birer mucize olarak değerlendirirler ve tekrarlanmayacağını ileri sürerler. Kaldı ki Ehl-i Sünnet, Ali (AS)’ın yandaşlarının naklettikleri hadisleri reddetmek için, başka bir geçerli neden bulamadıklarında, „Ravî ricate inandığından naklettiği hadis sahih değildir.“ yargısını öne sürerler. Aynı şekilde „Ravî Şii’dir.“ yargısının kullanılması ve bu yolla ravinin güvenilmez sayılarak, naklettiği hadisin geçersiz sayılmasına sıkça rastlanmaktadır. Ancak bize göre bu metod, bir hadisin geçersizliği ya da ravinin güvenilmezliği konusunda geçerli kanıtların yokluğu karşısında ümitsizliğe düşen cahillerin ucuz bir çabasıdır. Her akıl sahibinin bu tür yaklaşımlara mesafe alması ve bir hüküm hakkında getirilen argümanları daha eleştirel bir bakış açısı ile irdelemesi gerekmektedir. Belki, „irdeleme –itaat et“ mantığını güden sünni ulemanın bu mentalitesinin ardında yatan motivasyon, tezlerinin ilk basit sorgulamada çürütüleceğini bilmeleri ve bundan korkmalarıdır.

Ehl-i Sünnet’in bu tarz karalamalarına hedef olanlara örnek olarak Cabir bin Yezid Cu’fi’yi gösterebiliriz. Ehl-i Sünnet’in cerh ve ta’dil bilginlerine göre Cabir hadis konusunda doğru konuşan ve güvenilir birisidir. Süfyan der ki:

„Cabir hadis konusunda takvalı birisidir; ben hadiste ondan daha takvalı birisini görmedim.“ 106

İsmail bin Ulye diyor ki:

„Şu’be’nin şöyle dediğini duydum: Cabir Cu’fi hadis konusunda doğru konuşan birisidir.“ 107

Şu’be der ki:

„O delilerin Cabir Cu’fi hakkında söylediklerine bakmayın; acaba Cabir, birinin söylemediği bir şeyi size nakletmiş midir?“ 108

Vukey diyor ki:

„Bir şeyde şüphe ederseniz, Cabir’in güvenilir olduğunda şüphe etmeyin; Mus’ar, Süfyan, Şu’be ve Hasan bin Salih ondan bize hadis nakletmiştir.“ 109

Muhammed bin Abdullah bin Hekem der ki:

„Şafiî’nin şöyle dediğini duydum: Süfyan Sevri, Şu’be’ye dedi ki, “Cabir Cu’fi aleyhinde konuşacak olursan, ben de senin aleyhinde konuşurum.” “110

Mualla bin Mensur Razi diyor ki:

„Ebu-Muaviye bana dedi ki, Süfyan ve Şu’be beni Cabir Cu’fî’den sakındırırlardı. Oysa ben Cabir’in yanına gidip, “Yanında kim vardı?” diye sorduğumda “Şu’be ve Süfyan vardı.” diyordu.“ 111

Cabir, onların ders aldığı kişilerden birisidir; Zehebî onu ilim kaynaklarından biri olarak tanıtmıştır. 112

Abdurrahman bin Şerik ise şöyle der:

„Babamın yanında Cabir Cufi’den almış olduğu on binlerce mesele vardı.“113

Cerrah bin Melih, Cabir’den şöyle duyduğunu söyler:

„Benim yanımda, Muhammed Bakır (AS)’ın Resulullah (SAV)’den rivayet ettiği yetmiş bin hadis vardı; onlar (Ehl-i Sünnet), bu hadislerin hepsini terk ettiler.“ 114

Selam bin Ebu-Muti’ ise Cabir Cu’fi’den şöyle duyduğunu söylemektedir:

„Benim yanımda hiç kimseye söylemediğim Resulullah (SAV)’den elli bin hadis var.“ 115

Bunun benzeri Zuheyr bin Muaviye’den de nakledilmiştir. 116 Durum böyleyken neden bazıları Cabir’in hadislerini terk ederek ikinci defa onu hadiste yalan söylemekle ve diğer bazıları da rafizilikle suçlamışlardır? Neden onu tazyif edip naklettiği hadisinin yazılmasını yasaklamışlardır? Ehl-i Sünnet’in ileri gelenleri bu soruyu cevaplamış ve iki neden öne sürmüşlerdir:

1. Cabir’in ehl-i Beyt (AS)’ı insanlardan evla bilmesi ve Resulullah (SAV)’in vasileri ve ilmin kapısı olarak kabul etmesi:

Onlar, Cabir’in Muhammed ibn Ali el-Bakır (AS)’ı kastederek „Vasilerin vasisi bana şöyle buyurdu“ demesinden rahatsızlık duyarlardı.

Şehab, İbn A’yeyne’nin şöyle dediğini nakleder:

„Cabir Cufi’den duyduğum şu söz yüzünden onu terk ettim: “Resulullah (SAV), Ali’yi çağırarak bildiklerini ona öğretti. Ali, Hasan’ı çağırarak bildiklerini ona öğretti. Hasan, Hüseyn’i çağırarak bildiklerini ona öğretti ve Hüseyn de evlatlarını çağırdı … Cafer bin Muhammed’e ulaşıncaya kadar böyle yaptılar.” “

Süfyan diyor ki, „Ben de onu bu nedenle terk ettim.“ 117

Yine Cabir’in şöyle dediğini duymuş:

„Resulullah (SAV)’in ilmi Ali’ye intikal etti. Ali’den de Hasan’a intikal etti ve Cafer bin Muhammed’e (es-Sadık’a) ulaşıncaya kadar böyle devam etti.“ 118

2. Cabir’in ricata inanması:

Ebu Ahmed bin Adiyy der ki:

„Ehl-i Sünnet, Cabir’i ric’ata inanmasından dolayı terk etmiştir.“ 119

Zaide der ki:

„Cabir Cu’fi’ye gelince; o, ric’ata inanıyordu.“ 120

Cerir bin Abdulhamid diyor ki:

„Cabir’den rivayet etmeyi câiz görmüyorum; çünkü o ric’ata inanıyor.“121

Ebu Kuteybe ve İbn-i Habban da diyorlar ki:

„Cabir ric’ata inanıyordu.“ 122

Ukeylî, Süfyan’dan şöyle rivayet ediyor:

„”Cabir’in açığa çıkardığı şeyi açığa çıkarmadan önce halk ilmini Cabir’den alıyordu. Fakat açığa çıkardığı şeyi açığa çıkarınca halk onu hadislerinde suçladılar ve bazıları onu terk ettiler.”. “Onun açığa çıkardığı şey nedir?” diye sorduklarında, “Ric’at inancıdır.” dedi.“ 123

Ebu Ahmed Hakim diyor ki:

„Cabir ric’ata inanıyordu.“ 124

Bunlardan anlaşılıyor ki Cabir ric’ata inanıyordu ve onun zamanındaki Ehl-i Sünnet’in ileri gelen uleması da onun bu inanca sahip olduğunu çok iyi biliyorlardı.

Cabir Cu’fi, Ali ibn Hüseyin Zeyn’ul-abidin (AS), Muhammed ibn Ali el-Bakır (AS) ve Cafer ibn Muhammed es-Sadık (AS)’ın dönemlerinde yaşamış olup, Muhammed el-Bakır (AS) ve Cafer es-Sadık (AS)’ın özel ashabındandı125 ve bir rivayete göre de o, hicri 118 yılında126 Muhammed el-Bakır (AS)’ın hizmetçilerindendi; el-Bakır (AS)’dan sonra da vefat ettiği hicri 128 yılına kadar es-Sadık (AS)’ın yanında kalmıştır.127 Bu bakımdan ricat inancını nerden ve kimden aldığı açıktır. Ravî olarak güvenilirliği de Ehl-i Sünnet yazarlarınca onaylanmıştır. Bu durumda onun ricat inancı ve diğer meseleler hususunda naklettiği hadisleri doğrudan, önyargılı bir şekilde reddetmeleri anlaşılmazdır. Ricat inancı konusunda o kadar çok rivayet mevcut iken, bunları reddedebilmek için Ehl-i Sünnet’in, Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt (AS)’a dayandırılan, ricat inancını reddeden ve kınayan hadislerle bu iddialarına delil getirmeleri gerekmez mi – adalet sahibi iseler? Eğer bunları getiremiyorlar ise, ki bu hususta bir tane bile hadis nakledememişlerdir, bu inancın geçerliliğini kabul etmeleri ya da en azından öyle bir olayın vuku bulma olasılığının olduğunu kabul etmeleri gerekmez mi?

Seyyid bin Tavus der ki:

„Müslim kendi Sahih’inin birinci bölümünün baş tarafında Cerrah bin Melih kanalıyla şöyle rivayet eder: Cabir’in şöyle dediğini duydum: “Benim yanımda, Muhammed el-Bakır (AS)’ın Resulullah (SAV)’den rivayet ettiği yetmiş bin hadis vardı; onlar (Ehl-i Sünnet), bu hadislerin hepsini terk ettiler.” Daha sonra Müslim kendi Sahih’inde Muhammed bin Razi’ye ulaştırdığı senediyle şöyle der: Hariz’in şöyle dediğini duydum: “Cabir bin Yezid Cu’fi’yle görüştüm, fakat ric’ate inandığı için ondan hiçbir rivayet yazmadım.” “

Seyyid bin Tavus daha sonra diyor ki:

„Bakın bunlar, Resulullah (SAV)’in kendilerine sarılmalarını emrettiği Ehlibeyt (AS)’dan biri olan İmam Muhammed Bakır kanalıyla peygamberlerinden rivayet edilen yetmiş bin hadisten yararlanmayı kendilerine nasıl haram etmişler! Oysa Müslümanların çoğu veya hepsi dünyada ölülerin dirildiğini, Allah Teala’nın ölüleri sorguya çekmek için kabirde dirilteceği hadisini ve Ashab-ı Kehf’in kıssasını rivayet eder. İlahî kitapları Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurmuyor mu:
“Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “Ölün!” dedi. Sonra onları diriltti.”128 Musa (AS)’ın yanındaki yetmiş kişiye yıldırım çarpması, Uzeyr’in hadisi, İsa bin Meryem (AS)’ın dirilttiği kişi ve yine doğruluğunda ittifak ettikleri Cureyh’in hadisi bir bütün olarak aynı gerçeği vurgulamıyor mu? O halde bunlarla Ehlibeyt (AS) ve onların izleyicilerinin ric’at konusunda söyledikleri arasında ne fark var? Ve bu konuda Cabir’in, hadislerini itibarsız kılan suçu nedir?“ 129

Diğer yandan sünni kaynaklarda, Resulullah (SAV)’den sonra da bazı kimselerin mucizevi şekilde ölüleri dirilttiği bildirilmektedir. Bunlardan biri Şeyh Ebu-Bekir bin Abdullah Baalvi’nin (vefatı 914 H) Zeyla bölgesinde bir cariyeyi dirilttiği rivayetidir. 130 Bu rivayeti aktaran yazar olayın gerçekliğine tereddütsüz inanırken nasıl olur da ricata inanmaz? Ricat, ölen birisinin kıyamet dirilişinden önce, Allah’ın takdiri ile dünya hayatına dönmesinden başka nedir? İşte burada yine daha önce zikrettiğimiz terminolojik yanılgı devreye girmektedir.

Alevilerin ricat inancı – özellikle vurguluyoruz – Vedaist tenasuh inancından kesin çizgilerle ayrılır. Eğer semavi olmayan bir din tek bir ilahın varlığını propage etse idi Aleviler’in tevhid inancını yine bu semavi olmayan dinde mi aramamız icap eder? Tabii ki böyle bir iddia spekülatif olmaktan ileri gitmez. Bilimsel metodolojiye aşina herkes bilir ki bir asosiyasyonun varlığı, neden-sonuç ilişkileri konusunda bir yargıya varmakta yetersizdir. Bunu meşhur bir örnek ile açalım:

Birbirinden bağımsız olgular arasında, neden-sonuç ilişkisi şeklinde bir bağlantı bulunmamasına rağmen asosiyasyon bulunabileceğini göstermek isteyen bir gurup bilim adamı „Dondurma yemek boğulma sureti ile ölüme neden olur“ şeklinde, yanlış olduğu herkesçe malum bir tez kurarlar. Oysa bu bilim adamları, istatistikler ışığında, dondurma tüketiminin arttığı aylarda boğulmaların kat-kat artış gösterdiğini açıkça gösterirler. Böylece
pseudobilimsel (yalancı-bilimsel) bir mantık ile bu tezin doğru olduğu iddia edilebilirdi. Oysa tezin geçersizliğini bilmek için bilim adamı olmak gerekmez. Çalışmayı yapan bilim adamları bu fenomeni şöyle açıklarlar:

Dondurma tüketiminin arttığı aylar yaz aylarıdır. Bu aylarda denizde, gölde veya havuzda yüzenlerin sayısı doğal olarak bir patlama gösterir. Soğuk mevsimlerde yüzmeye gidenlerin sayısı, dondurma yiyenler gibi azdır. Dolayısı ile soğuk mevsimlerde suda boğulmak sureti ile vuku bulan ölümlerin sayısı doğal olarak az olacaktır. Yaz aylarında bu tarz ölümlerin sıklığında görülen artış, dondurma tüketiminin artışı ile değil, paralel olarak yüzmeye gitme sıklığındaki artış ile ilişkilidir.

Dolayısı ile, Vedaism’in ricat inancının kaynağı olduğunu iddia etmek ve bu tezi bazı tesadüfi paralelliklerle kanıtlamaya çalışmak bilimsel olarak geçersiz bir metoddur. Diğer yandan, başta üfürükçüden üfürükçüye koşma, ğaybdan haber verme (ve almayı umma) hastalığı olan kadınlar başta olmak üzere ammâ (bilgisiz halk) arasında, ricat konusunda da Ehl-i Beyt (AS) sünnetine aykırı sayısız hurafelerin gezdiğini inkar etmiyor, aksine bunları tasvip etmediğimizi ve bunların üfürükçülük alışkanlıkları Alevilik’i ne kadar az bağlıyorsa, hurafelerinin de bizi o derece bağlayacağını belirtiyoruz ve gençlerimizi bu illete karşı uyanık olmaya davet ediyoruz. Diğer batın meselelerde olduğu gibi ricat konusunda hüküm verme yetkisi Resulullah (SAV) ve Ehl-i Beyt (AS)’a mahsustur. Nitekim ricatın varlığı ayetlerin zahiriyle ıspatlanabilse de ayrıntılar batınî anlamlarında gizlidir. Urafa ed-Din’in bu konuda atalarından devraldığı ve sabilerine aktardığı mütevatir rivayetler esastır.

Araştırmalarımızda rastladığımız bir ilginç olgu da, Ehl-i Sünnet içinden meşhur ve tüm sünnilerin saygısına mazhar, hatta „Şeyh’ul İslam“ ünvanını almış bir alimin ricate inanmış olduğu gerçeğidir. Bu kimse Suyutî’den başkası değildir. Suyutî, uyanık olduğu halde Resulullah (SAV)’i gördüğünü, hatta bu durumun bir kereye mahsus değil, yetmiş kusur defa vuku bulduğunu söyler. Suyutî’nin bu inancı prensip olarak ricat olsa da ayrıntıları bakımından İmamiyye’nin ricat inancından ayrılır. Diğer bir değiş ile ricata inandığı halde, bu konuya kendine özgü bir yorum getirmiştir. Durum böyle iken bir yanda ricata inanan Suyutî’nin saygı görmesi, diğer yandan ricata inanan Aleviler’in kınanması mantık ve adalete aykırıdır.

Hayvan Suretinde Ricat Var mıdır?

Ricat inancına getirilen eleştirilerden ve onun Vedaist kaynaklı olduğu iddiasının en büyük etkeni de Seyyid Himyerî gibi bir kısım alimin, insanlardan ricat eden bir topluluğun insan değil hayvan suretinde döneceği görüşüdür. Şüphe yoktur ki teorik olarak Allah’ın gücü böyle birşey yapmaya yeter. Asıl soru böyle bir olayın vuku bulup bulmayacağıdır.

Resulullah (SAV) buyurmuştur ki:

يحشر المتكبرون في صور الذر يوم القيامة. وقال(ص): لم يجرِ في بني إسرائيل شيء إ ّ لا ويكون في ُأمتي مثله حتى المسخ والخسف والقذف

„Kıyamet günü kibirli insanlar küçük karınca şeklinde haşredileceklerdir.“

Yine buyurmuştur ki: „İsrailoğulları’nda vuku bulan her şeyin bir benzeri, hatta insanların hayvan suretine dönmesi, ay tutulması ve kazf (iftira ya da zina) benim ümmetimde de vuku bulacaktır.“

Huzeyf der ki: „Vallahi! Yakın bir zamanda Allah bu ümmetten çoğunu maymun ve domuza dönüştürecektir.“ 131

Haris bin Ubeydullah Rub’i bir gün Mensur’un meclisinde oturmuştu. Seyyid Himyerî ve Kadı Ebu-Şemle Sivar da oradaydı. Kadı Sivar, Seyyid Himyerî’yi ricat inancı nedeni ile kınadığında Himyerî bu inancı istidal eder (deliller ışığında sonuca varmak amaçlı tümevarımcı bir konuşma tarzıdır) ve Şeyh Mufid’e göre şöyle der:

„Benim kabul ettiğim ric’atten, Kur’an-ı Kerim bahsetmekte ve hadislerde de geçmektedir. Ben Allah Teala’nın bunu (Kadı Sivar’ı) köpek veya maymun veya domuz ya da küçük karınca şeklinde dünyaya döndüreceğine inanıyorum. Allah’a andolsun ki o, kibirli, zorba ve kafirdir.“

İstidlalinin diğer bir yerinde de şu kasideyi okuyarak Siver’i hiciv eder:

„ Şemle’nin babası Sivar, sarhoşken oturdu dizleri üzerinde
Adil, hakim bir imamın yanında
Bir şey söyledi ki tümü hata
Yalın ayak ve nallı halkın yanında “ 132

Özellikle son kasidede Himyerî’nin cahil ve yönlendirmelere açık halkı (ammâ) „nallı“ diyerek „eşek“ olarak nitelemesinden de yola çıkarak, maymun, domuz ve karınca olarak ricatın da sembolik anlaşılması gerektiği düşünülebilir ve denebilir ki „Dünyadaki ilk hayatlarında zulüm ve kibirle hükmedenler, ricatlarında bir karınca gibi aciz olacaklar, kendini dağ kadar büyük görenlerin Allah’ın azameti karşısında büyüklüğünün bir zerre kadar olduğu zahir olacak, bunların ricat eden Ehl-i Beyt (AS) taraftarlarının (Alevilerin) kılıcı önünde boyunları bükük olacaktır“.

Nitekim Resulullah (SAV)’in de mutad şekilde „karınca“ yani „neml“ (نمل) demek yerine „zerre“ ( ذر ) kelimesini kullanmış olması düşündürücüdür.

Diğer yandan aktarılan ikinci hadiste açık şekilde bir „dönüşüm“den (مسخ) söz edilmiş olması bu görüşü çürütecek niteliktedir.

Ricat Mükellefiyeti Kaldırır mı?

Alevilik’i „Ğulat“ ya da „Rafizilik“ olarak niteleyen ve bu bakımdan İslam dışı göstermeye çalışanlar ve ricatın sembolik anlaşılması gerektiğini, ricattan kastın insanların bizatihi dönüşü değil, devletin dönüşü olduğunu iddia eden Şii’ler derler ki:

„Ricat teklifle (ilahi yasa ve bu konuda insanların özgür irade sergilemesi esası ile) çelişir.“

Demek isterler ki, ricat eden bir topluluğun kesinkes hayrın ya da şerrin tarafında yer almak üzere dünyaya döneceğini iddia etmek, her insanın Allah’ın yasasına uymak veya uymamak konusunda özgür iradesi ile karar verme yeteneğini red etmekle denktir. Eğer insanlar amellerini özgür iradeleri ile yönlendiremezse cezalandırılmaları da İlahî Adalet mantığına uymaz. Dolayısı ile (bizim aktardığımız şekli ile) ricata inanmak Allah’ı ve adaletini sorgulamaktır.

Hatta aşırı ortodoks sünniler daha ileri giderek Aleviler’in kıyamet gününe iman etmediğini ve ilahi yasayı bir bütün olarak red ettiklerini ileri sürmüşlerdir. Bunun ana nedeni Süleyman Adanî adlı müfteri hainin, kendisini şeyhliğe layık görmeyen cemaatten intikam almak amacı ile yazdığı iftiralardır.

Öncelikle tespit etmeliyiz ki Allah Teala her insana özgür bir irade vermiş ve amellerinde özgür bırakmıştır. Diğer yandan nebi ve resulleri yoluyla insanlara belli yasalar getirerek onları mükellef kılmıştır. Ancak insan bu yasalara uyup uymama konusunda kendi kararını kendi verir. Her ne kadar Allah hangi kulun ne şekilde amel işleyeceğini ve cennet ehlinden mi yoksa cehennem ehlinden mi olduğunu bilse de bu, O’nun kullarını yönlendirdiği anlamına gelmez. Eğer insanlar yönlendirilse ve uzaktan kumanda ile hareket ettiriliyor olsaydı yaptıkları nedeni ile mükafatlandırılmaz ya da cezalandırılmazlardı.

Ricat meselesine gelince, o ne teklifi gerektirir ne de nefyeder (bağdaşmamazlık göstermez). Dolayısı ile bu konular birbirinden bağımsız iki husustur. İnsanın dünyaya dönmesi ile ilahi yasalar ve bu konudaki mükellefiyet, dolayısı ile şahsın özgür iradesi de dünyaya döner.

Ricatı bizim anlattığımız şekli ile kabul edenlerden biri olan Seyyid Murtaza bu konuda şöyle der:

„Ric’at teklifli kaldırmaz. Ric’atla birlikte teklif de geri döner. Dolayısıyla hiç kimse, dünyaya dönen birisinin artık teklifinin olmadığını sanmamalıdır. Teklif, mucizelerle ve apaçık nişanelerle sahih olduğu gibi ric’atla da sahihtir. Çünkü bütün bunlarda farz bir ameli yapmaya ve çirkin bir işten sakınmaya zorlama söz konusu değildir.“ 133

Nitekim Mehdî (AS)’ın zuhuru ile ricat edeceklerden imanlarında halis olanların, her ne kadar onun safında savaşarak ona yardım etmenin onlara getireceği sevaplar ve onu terk etmeleri durumunda kaybedecekleri onlara malum ise de, kalplerindeki imanın istikrarı nedeni ile özgür iradeleri ile hayır yolunu seçmeleri doğaldır. Eğer kalplerinde bir zerre şüphe veya tereddüt olsa idi onlar halis mü’min olmaz ve ricat ettirilmezler idi.

Diğer yandan ricat ettirilenlerden, küfürlerinde halis olanlara tövbe etmeleri ve özgür iradeleri ile hayır yoluna dönmeleri için bir fırsat mevcuttur. Ancak bunlar şeytanla kardeşlik etmeleri nedeni ile yüz kez dünyaya döndürülseler ve karşılarında meleklerden oluşan bir ordu görseler dahi şerrin yolundan dönmeyeceklerdir. Allah Teala bunlar hakkında buyurmuştur ki:

„Onların, ateşin karşısında durdurulup “Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!” dediklerini bir görsen!.. (27) Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Eğer geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar. (28)“ 134

Yine kitabının başka bir yerinde buyurur ki:

„Onlara, kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. (175) Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler. (176)“ 135

Burada yüce Allah „üstüne varmak“ ile insanlara gönderdiği alamet ve mucizeleri kastetmekte ve kafirlerin bunları görse dahi yollarından dönmeyeceklerini vurgulamaktadır. Sonuç olarak diyebiliriz ki ricat, ne çirkin bir davranışta bulunulmasını ne de farz olan bir şeyi yapmayı gerektirir. İnsanlar ilk hayatlarında olduğu gibi, hangi yolu seçeceklerine kendi özgür iradeleri ile karar verirler. Ancak ricat ettirilenlerin (kendi doğaları gereği) hangi yolu seçecekleri de aşikardır. Aynı sonuca Şeyh Mufid de varmaktadır.136

Aleviler’e muhalif bir gurubun getirdiği başka bir iddia da Aleviler’in „dünyaya döndüğümde uygularım“ mantığı ile ilahi yasaları çiğnedikleridir. Hatta daha ileri gidenler, „tenasuh“ teriminin sehven kullanılmasını fırsat bilerek Aleviler’in ahirete, cennet ve cehenneme inanmadığını belirtirler. Bunlar, Aleviler’in ricat inancını Pythagoras’a (Pisagor veya Fisağuris de denir), Vedaizm’e ve Musevîlik’e bağlarlar ve iki kitap okumakla kendini aydın, alim ve hatta arif ilan eden, kendini Alevî sanan bazı cahiller de buna inanarak bu yalanı kendileri yayarlar. Böylece „Alevi’yim“ derken münafıkların ekmeğine bal sürer, onları birçok zahmetten kurtarırlar. Ve onlara „Bakınız! Şu şu Alevi aydın (?!) bu gerçeği (!) kendi itiraf ediyor.“ deme fırsatını verirler.

Gerçek şudur ki ricat vardır. Bu Kur’an ve hadisler ışığında sabittir. İslam’ı kendine şiar edinmiş Aleviler ricata inanırken Musevîler’in de aynı inanca sahip olmaları doğaldır. Nitekim Allah’ın sözü ve yasası mutlaktır; Adem (AS) zamanında geçerli olan gerçekler, Musa (AS) zamanında da geçerlidir ve Resulullah (SAV) efendimiz zamanında da geçerliliğini korur. Muhammed (SAV) önceki peygamberleri yalanlamak üzere değil, onların getirdikleri ayetleri onaylamak için gönderilmiştir. Dolayısı ile gerek Tevrat ve Zebur, gerekse de İncil’deki hükümlerin Kur’an’da da bulunması doğaldır.

Şeyh Kaşif’ul Gıta bu eleştiriye şu şekilde yanıt vermektedir:

„Yahudiler de Müslümanlar gibi tek olan bir ilaha ibadet edilmesi gerektiğini söylemektedirler. Acaba bu durumda, İslam’ın Yahudilikten etkilendiği söylenebilir mi?! Ve acaba bu, düşük bir söz ve cahilce bir delilden başka bir şey midir?!“ 137

Ricat inancının ahireti, cennet ve cehennemi inkar etmeyi gerektirdiği hususuna gelince, bu sadece bir propagandadır. Ahiret gününü, cennet ve cehennemi inkar etmek Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini inkar etmektir. Dolayısı ile bunu yapanların Alevi olarak nitelenmesi söz konusu olamaz.

Nitekim ricatın delili olarak gösterdiğimiz ayetler ricat ve ahiri diriliş olmak üzere iki tip haşırdan bahsetmektedir. Diğer bir değiş ile Allah’ın takdiri ile dünyaya ricat ister bir kereye mahsus olsun, ister 1000 kez meydana gelsin sonuçta herkes istisnasız, ahir günde hesap için diriltilecek ve layığı ile mükafat veya cezasına kavuşacaktır. Eğer Ali (AS)’ın cennet ile cehennemi bölen olduğunu söylüyorsak ve hazretin „Ben o kimseyim ki kıyamet günü velayetimi birbirlerine soracaklar.138 Ki o da Allah’ın şu buyruğudur: “O gün nimetlerden sorulacaksınız.” 139“ 140 buyruğunu onun yüceliğine delil gösteriyorsak nasıl olur da „cennet ve cehennem yoktur“ diyebilir ya da ahireti reddedebiliriz? Bu, sadece – 32 ayrı ayette ahiretten haber veren – Kur’an’ı değil, aynı zamanda kendi sözümüzü yalanlamamız anlamına gelir ki bu mantığa aykırıdır.

„Tenasüh“ kelimesinin tanımında sonsuz bir döngü söz konusu iken ricatın sayısı bellidir. Bu terimi yanlışlıkla kullananların açıklamalarına ve görüşlerine baktığımızda dirilişi şu veya bu sayıya bağladıklarını ve böylece sınırlandıklarını görürüz ki bu, „tenasüh“ deyip „ricat“ı kastettiklerine alamettir.

Öyle olmasaydı Alevilerin „Rabbim! Bizi bu dünyadan kurtar.“ mealinde dua etmeleri nasıl açıklanabilir? Bu, sonsuz bir döngü içinde bulunduğunu ve her ölümden sonra yeniden dünyaya döneceğini iddia eden birinin edeceği bir dua mıdır? Bu, „olmayacak duaya amin demek“ olmaz mıydı?

Ricata inananların sonraki hayatlarına güvenerek haramdan kaçınmayacakları ve sevap işlemeyecekleri eleştirisi de geçersizdir. Zira daha önce de gösterdik ki ricat, insanların tamamını kapsamayan, Allah’ın takdir ettiği belli bir topluluğa mahsus bir olaydır. Hangimiz kendisinin ricat edenlerden olduğunu kesin bir dille söyleyebilir? Bu durum haramdan kaçınmaya ve sevap işlemeye yönlendirmeye yeterli olacak bir belirsizliktir. Kaldı ki Alevilik ne cennete girmek için işlenen sevabı ne de cehenneme girmemek için kaçınılan haramı kabul eder. İşlenen her amel, çıkar ve korkudan arınmış özgür iradenin bir yansıması ve Melîk olana duyulan minnetin ve bağlılık duygusunun bir ifadesi olmalıdır. Nitekim Ali (AS) buyurmuştur ki:

„Öyle insanlar vardır ki Allah’a, ondan mükafat görmek için ibadet ederler. Bunların ibadeti (karşılıksız birşey yapmayan) tacirlerin ibadetidir. Yine öyleleri vardır ki, cezasından korkarak ibadet ederler. Bunlarınki de (herşeyi gönülsüzce, sırf efendisinin gazabından korktuğu için yapan) kölelerin ibadetidir. Küçük bir topluluk ise O’na içlerindeki minnet duygusu ve mükellefiyetlerinin bilinci ile itaat ederler ki bunların ibadeti özgür ve asil insanların ibadetidir.“ 141

Dolayısı ile 100 kez dünyaya döneceğini bilse de mü’min, Allah’a karşı vazifelerini gönülden, çıkar gözetmeden, huşu içinde yerine getirir, haramdan kaçınır.

—————————————-

Dipnotlar:

  1. Kıyamet Suresi [LXXV], 36-40. ayetler
  2. Allâmet’ül Meclisî: Bihar’ül Envar, c. 53, ss. 65-66
  3. Şeyh Mufid: el-İrşad, c. 1, s. 338
  4. Neml Suresi [XXVII], 83. ayet
  5. Neml Suresi [XXVII], 87. ayet
  6. Bakara Suresi [II], 243. ayet
  7. Muttaki Hindi: Kenz’ul Ummal, c. 11, s. 134
  8. Mü’min Suresi [], 11. ayet
  9. Muzaffer: Akaid’ul İmamiyye, s. 108
  10. - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’ud Deracat, s. 34
    - Allâmet’ül Meclisî: Bihar’ül Envar, c. 53, s. 39
  11. Seyyid Murtaza: Resail Şeyh Murtaza, c. 3, s. 135
  12. Alusi: Ruh’ul Meani, c. 20, s. 27
  13. Yasin Suresi [XXXVI], 78-79. ayetler
  14. bk. „El-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at“ (Ricatın kanıtları
    üzerine uyurlardan ikaz)
  15. Ahzab Suresi [XXXIII], 62. ayet
  16. Allâmet’ül Meclisî: Bihar’ül Envar, c. 53, s. 59
  17. Bakara Suresi [II], 243. ayet
  18. Kuleynî: Kâfi, c. 8, s. 170
  19. - Şeyh Saduk: el-İ’tikadat, s. 60
    - Suyutî: Durr’ul Mensur, c. 1, ss. 741-743
  20. Seyyid Muhammed Mümin Hüseynî Esterabadî (çev: Cafer Bendiderya): er-Ric’at, Dipnot: 29
  21. Ayyaşî Tefsiri, c. 1, s. 130
  22. Bakara Suresi [II], 259. ayet
  23. Tabersi: Mecma’ul Beyan, c. 2, s. 639
  24. Ayyaşî Tefsiri, c. 1, s. 141
  25. Bakara Suresi [II], 55-56. ayetler
  26. Araf Suresi [VII], 155. ayet
  27. Şeyh Saduk: el-İ’tikadat, s. 61
  28. Maide Suresi [V], 110. ayet
  29. Ali İmran Suresi [III], 49. ayet
  30. - Ayyaşî Tefsiri, c. 1, s. 174
    - Kuleynî: Kâfi, c. 8, s. 237
  31. Kehf Suresi [XVIII], 10. ayet
  32. Kehf Suresi [XVIII], 18. ayet
  33. Kehf Suresi [XVIII], 25. ayet
  34. Kehf Suresi [XVIII], 19. ayet
  35. Yusuf bin Yahya Mukaddesî Şafiî: Ikd’ud Durer, s. 19235 Yusuf bin Yahya Mukaddesî Şafiî: Ikd’ud Durer, s. 192
  36. Bakara Suresi [II], 73. ayet
  37. Bakara Suresi [II], 260. ayet
  38. Taberi Tefsiri, c. 16, s. 8
  39. Taberi Tefsiri, c. 16, s. 8
  40. Tabersi Tefsiri, c. 6, s. 756
  41. Kummi Tefsiri, c. 2, s. 40
  42. Enbiya Suresi [XXI], 84. ayet
  43. - Tabersi Tefsiri, c. 7, s. 97
    - Taberi Tefsiri, c. 17, s. 58
    - Salebî: Kısas’ul Enbiya, s. 144
  44. Enbiya Suresi [XXI], 105. ayet
  45. Celaleyn Tefsiri, IX:24
  46. Tevbe Suresi [IX], 24. ayet
  47. - Muttaki Hindi: Kenz’ul Ummal, c. 11, s. 133
    - Şeyh Saduk: Kemal’ud Din, s. 576
  48. Muttaki Hindi: Kenz’ul Ummal, c. 11, s. 134
  49. Neml Suresi [XXVII], 82-84. ve 87. ayetler
  50. Suyuti: Durr’ul Mensur, c. 6, s. 380
  51. - Müsned’ul Ahmed, c. 2, s. 201
    - Bukai: Nazm’ud Durer, c. 5, s. 451
  52. Hûd Suresi [XI], 6. ayet
  53. Nahl Suresi [XVI], 61. ayet
  54. Enfal Suresi [VIII], 22. ayet
  55. Hacc Suresi [XXII], 18. ayet
  56. Fatır suresi [XXXV], 28. ayet
  57. Neml Suresi [XXVII], 82. ayet
  58. - Tabersi: Mecma’ul Beyan, c. 7, s. 366
    - Kurtubi Tefsiri, c. 13, s. 237
    - Suyuti: Durr’ul Mensur, c. 6, s. 378
    - Alusi: Ruh’ul Meani, c. 20, s. 21
    - Razi Tefsiri, c. 24, s. 217
    - İbn Kesir Tefsiri, c. 3, s. 387
  59. Zehebi: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 384
  60. Kuleynî: Kâfi, c. 1, s. 198
  61. - Kummi Tefsiri, c. 2, s. 130
    - Tabersi: Mecma’ul Beyan, c. 7, s. 366
  62. - Kummi Tefsiri, c. 2, s. 130
    - Behranî: el-Burhan, c. 4, s. 228
  63. - Seyyid Şerefuddîn: Te’vil’ul Ayat, c. 1, s. 303
    - Esterabadi: er-Ric’at, s. 166
  64. Şazan ibn Cibril el-Kummî: el-Fedail, s. 84-86
  65. En’am Suresi [VI], 128. ayet
  66. - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’id Derecat, s. 25
    - Allâme Meclisi: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 40
    - Hürr’ul Amilî: El-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at, s. 278
    - Esterabadi: er-Ricat, s. 55
  67. - Kummi Tefsiri, c. 1, s. 24
    - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’id Deracat, s. 41
    - Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 60
    - Esterabadi: er-Ric’at, s. 77
  68. Tabatabai: el-Mizan Tefsiri, c. 15, s. 397
  69. - Şeyh Saduk: el-Hısal, s. 108
    - Şeyh Saduk: Meani’l Ehbar, s. 365
  70. Kuleynî: Kâfi, c. 2, s. 401
  71. Hürr Amili: El-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at, s. 430 ve 450
  72. Hürr Amili: El-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at, s. 430 ve 450
  73. Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 122
  74. Neccaşî: Rical’un Neccaşî, s. 37
  75. Şeyh Saduk: el-İ’tikadat, s. 60
  76. Şeyh Mufid: Evail’ul Mekalat, s. 46
  77. Alem’ul-Huda Seyyid Murtaza: Resail’uş Şerif Murtaza, c.3, s. 136
  78. Tabersi: Mecma’ul Beyan, c. 7, s. 97
  79. Hürr Amilî: El-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at, s. 43
  80. İbn Ayyaş: Muktezeb, s. 48
    (Burada Ebu-Sehl Nuşcanî’den şöyle bir şiir nakledilir:
    „Ben Hakk’ın ric’atına (dönüşüne) inanıyorum,
    Gözümün bir taraftan diğer tarafa dönüşüne inandığım gibi.“)
  81. Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 122
  82. Seyyid Abdullah Şubber: Hakk’ul Yakîn, c. 2, s. 20
  83. Seyyid Abdullah Şubber: Hakk’ul Yakîn, c. 2, s. 20
  84. Seyyid Abdullah Şubber: Hakk’ul Yakîn, c. 2, s. 15
  85. Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 100, s. 349
  86. Seyyid Abdullah Şubber: Hakk’ul Yakîn, c. 2, s. 15
  87. Seyyid Abdullah Şubber: Hakk’ul Yakîn, c. 2, s. 15
  88. Seyyid Abdullah Şubber: Hakk’ul Yakîn, c. 2, s. 15
  89. Hürr Amilî: El-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at, s. 64
  90. - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’ud Deracat, s. 29
    - Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 74, 98, 101
  91. - Ayyaşi Tefsiri, c. 2, s. 326
    - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’ud Deracat, s. 48
    - Şeyh Mufid: el-İhtisas, s. 257
  92. Kuleynî: Kâfi, c. 1, s. 198
  93. Nur Suresi [XXIV], 55. ayet
  94. Tabersi: Mecma’ul Beyan, c. 7, s. 239
  95. Şeyh Saduk: Emali Saduk, s. 578
  96. Mu’min Suresi [XL], 51. ayet
  97. - Kummî Tefsiri, c. 2, s. 258
    - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’ud Deracat, s. 45
    - İbn Kavliveyh: Kamil’uz Ziyarat, s. 63
  98. - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’ud Deracat, s. 20
    - Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 67
  99. Mümtehine Suresi [LX], 13. ayet
  100. Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 60
  101. Enbiya Suresi [XXI], 95. ayet
  102. - Kummî Tefsiri, c. 1, s. 24
    - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’ud Deracat, s. 41
    - Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 60
    - Hürr Amilî: El-İykaz min el-Hic’at bi’l Burhan ala’r Ric’at, s. 89
  103. Muhammed Mehdî (AS)’ın kıyam ettiği gün
  104. - Hasan bin Süleyman: Muhtasar Besair’ud Deracat, s. 28
    - Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 44
  105. Bakara Suresi [II], 28. ayet
  106. - Zehebî: Tarih’ul İslam, s. 59 (Hicri 121-140 olayları)
    - Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 379
    - Tehzib’ul Kemal, c. 4, s. 467
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 47
  107. el-Cerh ve’t Ta’dil, c. 1, s. 136
  108. el-Cerh ve’t Ta’dil, c. 1, s. 136
  109. - Zehebî: Tarih’ul İslam, s. 59 (Hicri 121-140 olayları)
    - Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 379
    - Tehzib’ul Kemal, c. 4, s. 467
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 47
  110. - Zehebî: Tarih’ul İslam, s. 59 (Hicri 121-140 olayları)
    - Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 379
    - Tehzib’ul Kemal, c. 4, s. 467
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 47
  111. - Tehzib’ul Kemal, c. 4, s. 467
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 47
  112. Zehebî: Tarih’ul İslam, s. 59 (Hicri 121-140 olayları)
  113. Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 380
  114. - Sahih Müslim, „Mukaddime“, s. 25
    - Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 383
  115. - Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 380
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 47
  116. - Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 379
  117. Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 381
  118. Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 381
  119. - Tehzib’ul Kemal, c. 4, s. 469
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 48
  120. - Tehzib’ul Kemal, c. 4, s. 468
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 48
  121. - Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 380
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 49
  122. - Tehzib’ul Kemal, c. 4, s. 470
    - Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 49
    - Zehebî: Mizan’ul İ’tidal, c. 1, s. 383
  123. Ukeylî: Zuefa Ukeylî, c. 1, s. 194
  124. Tehzib’ut Tehzib, c. 2, s. 50
  125. - Rical’üş Şeyh, s. 111
    - Müstedrekat İlm’ir Rical, c. 2, s. 106
    (İbn Şehraşub’un „Menakıb“ından alıntı)
  126. Müstedrekat İlm’ir Rical, c. 2, s. 105 ve 107
    (Şeyh Tusî’nin „Emalî“ kitabından alıntı)
  127. Neccaşi: Rical’un Neccaşi, s. 128
  128. Bakara Suresi [II], 243. ayet
  129. - Allâme Meclisî: Bihar’ul Envar, c. 53, s. 40
    - Abdullah Şubber: Hakk’ul Yakin, c. 2, s. 35
  130. Muhyiddin Abdulkadir bin Şeyh Adrusî: Nur’us Safir an Ahbar’il Karn’il Aşir, s. 84
  131. Seyyid Murtaza: el-Fusul’ul Muhtare, s. 93-95
  132. Seyyid Murtaza: el-Fusul’ul Muhtare, s. 93-95
  133. Seyyid Murtaza: Resail’uş Şerif Murtaza, c. 1, s. 126
  134. En’am Suresi [VI], 27-28. ayetler
  135. Araf Suresi [VII], 175-176. ayetler
  136. Şeyh Mufid: el-Mesail’us Serviyye, s. 36
  137. Asl’uş Şia ve Usuliha, s. 167
  138. Nebe Suresi [LXXVIII], 1. ayet
  139. Tekasur Suresi [CII], 8. ayet
  140. Şazan ibn Cibril el-Kummî: el-Fedail, ss. 84-86
Nehc’ül Belağa, „Vecizeler“, No: 206

*********YA MEHDi**********

iRFAN DesigN